7 Kasım 2023 Salı

Henüz İsmini Koymadım , Yazıyorum

 1

Kalbinin gümbürtüsünden başka hiçbir şey duyamıyordu içinde kaç kişi olduğunu bilmediği devasa salonda. Oysa öyle gürültülüydü ki etraf. Az sonra senelerdir görmediği ama hayatını ona geri veren sekizli sahneye çıkacaktı . Bir yandan heyecandan yerinde duramıyor, mutluluktan uçacak gibi hissediyordu bir yandan da bir sızı dolaşıyordu yüreğinde. Birilerine hem bu kadar yakın hem de uzak olmak ,birlikte geçen onca zaman, paylaşılan onca  şeyden sonra yabancı kalmak ne tuhaftı. Hangisi kahvaltıda ne yer, kimin uykusu ağırdır , kim sabah kuşudur, hangisi sinirlendiğinde kelimeleri birbirine karışır hepsini bilirken kendisini hatırladıklarından bile emin olmamak. Telefonundaki mesajlaşma grubu bile duruyordu hâlâ ama gittiklerinden sonra artık o  numaraların bir anlamı kalmamıştı tabi.. Sadece bazen seslerini dinlemeyi seviyordu. Kimi neşeli kimi meraklı kimi uykulu kimi telaşlı sesleri yanındaydı hep.

Etrafındakiler çığlık çığlığa bağırmaya başlayınca başını kaldırıp sahneye baktı.  Parasına kıyıp en önlerden almıştı biletini. Hepsini yakından görmek istiyordu. Gözlerinin içine bakmak. Herkes telefonlarını çıkartmış video çekiyordu. Elindeki telefonuna baktı. Ben de kısacık da olsa çekerim belki dedi kendisine. İlk güzel telefonunu düşündü, artık kullanmıyor olsa da evindeki çok özel köşede duruyordu. Hayatında kendine ait olan ilk telefonu alanların sahneye çıkmasını bekliyordu şu an. Hayat ne tuhaftı , dünyanın ayrı köşelerinde yaşayan ve bir arada olmaları asla beklenmeyen insanların yolları kesişiveriyordu bazen. 

Sahnedeki dev ekranda yazılar belirmişti. İnsanlar tezahüratlarını arttırmışlardı. Yazıları okumaya çalışmadı. Uzun işti o. Kendisini müziğe ve sahneyi izlemeye bıraktı. Kısa sürede bu işin düşündüğünden de zor olduğunu fark etti. Ekranda beliren yüzlere bakarken hem gülümsüyor hem ağlıyordu. Kendine gel Elisa diye söylendi, tadını çıkart şu ânın. 

.....

- Git şu dışarıya düşürdüğüm kartı al da bana getir .
-Bahçeye mi çıkayım ?
- Çıkmadan nasıl alıp getireceksin ?
-Ama..
-Hadi hadi..

Kapının kilidini açan kocasına şaşkın şaşkın bakarak ayağına terlik geçirip dışarı çıktı. Bir an başı döner gibi oldu. Salon penceresinin nereye baktığını anlamaya çalıştı. Sanki evinin bahçesine çıkmamış da balta girmemiş ormanlarda yolunu bulmaya çalışıyor gibi geldi. Öylesine yabancıydı evin dışına. İlk evlendikleri sene çıkarlardı arada dışarı sonraki yıllarda doktora gitmek dışında üzerine kilitli kapılarla evde oturmuştu hep. Yan tarafa doğru dolanırken karşıdaki evdeki kadınla göz göze geldi. Hemen başını çevirdi. Komşularıyla ilgili hiç güzel şeyler söylememişti kocası. Hepsi de herkesin işine karışan, kötü insanlardı. 

Pencerenin altında bir kart ve biraz da para buldu. Kartı çevirince kendi fotoğrafını gördü üzerinde. Sonra nüfus cüzdanı olduğunu anladı. Kapıya döndü. Açılmadı. İttirdi, olmadı. Kapıya vurdu olmadı. Zili çaldı. Açılmadı. İçeriden adamın sesi geldi.

- Benim bir çocuğum olacak, artık onun annesi ile evleniyorum. Seninle uğraşmaktan, hamile kalacaksın diye doktor doktor gezmekten bıktım . Çirkinleştin,şişmanladın, yaşlandın, işime de yaramıyorsun. Herkes yoluna gitsin.

Öyle kalakaldı. Beyni durdu, elleri uyuştu. Algılamaya çalıştı, algılayamadı. Konuşamadı. Çöktü kapının önündeki merdivene. Güzel bir bahar akşamıydı , hava serinlemiş, kuşlar akşam gevezeliklerine başlamış, ağaç yapraklarının arasından tatlı bir ışık halinde süzülen güneş mahalleyi masalsı bir hale dönüştürmüştü. Havada tatlı bir rahiya vardı. O ise titremeye başladı. Ayağının altındaki yer kayıp gitmiş gibi hissediyordu. Hava karardı, sesler kesildi, evlerin ışıkları bir bir yanmaya başladı kendi evi hariç. Kıpırdayamadı yerinden. Nefes almayı bile unutuyormuş gibiydi, arada derin bir iç geçirmese hava girmeyecekti akciğerlerine. Ne dediyse yaptım, ne istediyse yerine getirdim, hiç sözünden çıkmadım, neyi yanlış yaptım, neyi yanlış yaptım , neyi yanlış yaptım ? Çatlayacak gibi oldu kafası, sanki birisi içine kaşık sokmuş karıştırmış, yerinde duramıyordu düşünceler. Yerinde duramayan düşünceler düşünmemekten beter bir etki yapıyorlardı. Hem bir sonuca varamıyordu hem de tükeniyordu düşünmekten. Sen düşünme ben düşünüyorum yeter diyen sesini duydu kocasının, aptalsın işte bi güzelliğin vardı o da bitti gitti diyen sesini. Yok yok, açardı kapıyı birazdan.  
Beni çok seviyordu, öyle diyordu, dışarılara göndermiyordu başıma bir şey gelir diye. Geçer şimdi siniri, alır içeri dedi kendi kendisine. Kapı açılmadı .


2


Kameralar kuruluyor, odalar hazırlanıyor, insanlar sürekli koşturuyorlardı. Onların arasında yol vermek için sağa sola savrulup durmaktan başı dönmüş olan kadın en sonunda bar şeklindeki mutfağın bir köşesine sığındı. Ne işim var burada diye geçiriyordu bir yandan da aklından. Bunca deneyimli, işini bilen insanın arasında deneyimsiz ve bilgisiz haliyle ne yapmaya kabul etmişti bu işi acaba. Bir malikânede yapılacak altı yedi aylık çekimlerde orada kalan ekibin ihtiyaçlarını bize iletip ufak tefek işleri halledeceksin demişlerdi ona. Öyle havada bir tarifti ki. İşi ona ayarlamayı başaran kişiye büyük saygısı olmasa ve tabii ki işe de bu kadar ihtiyacı olmasa hayatta kabul etmezdi. Umarım hepsine durumumu açıklamışlardır diye geçirdi aklından. Bu kadar kişiye tek tek açıklama yapmak zorunda kalırsa ne hale gelirdi kim bilir. Sabahın ilk saatlerinde, daha kimseler gelmeden önce kendini rahatlatıp motive etmeyi başarmış gibiydi ama bir anda kapıda duran minibüsler, karavanlar, tırlar falan derken şu an mutfak dolaplarından birinin içine saklanmayı tercih edecekti. 


-Yemek siparişini siz mi ayarlayacaktınız ? 


A haa, yok, mutfak dolapları kesmezdi artık, yer yarılsa da içine girsem moduna geçmişti şu an.


.....


Dev ekranda yüzler bir bir belirmeye başlamıştı. Hepsine sevgi dolu gülümsemeyle baktı. Büyümüşlerdi. O ilk günlerden bu zamana çok yol kat etmişlerdi. Yorulmuşlardı, yıpranmışlardı ama yaptıkları işi ne kadar sevdikleri ışıldıyordu gözlerinde. Pes etmemişlerdi, yere serilmemişlerdi. En azından birlikteydiniz,  ben tek kaldım sizden sonra diye mırıldandı usulca. 


.....


Omuzuna bir el dokunduğunda hâlâ kapının önünde kımıltısız duruyordu. Gecenin nemi ile ıslanmış, titriyordu. Sabahın ilk saatleriydi , etraf sessizdi.  Derin bir uykudan uyanamamışçasına başını kaldırdı karşıdaki komşusuyla karşılaştı gözleri. Ama kim olduğunu algılaması ve dediklerini duyması için kadının tekrar tekrar söylemesi gerekti.


-Gel canım, eve gidelim, çok üşümüşsün. Gece boyunca burada mı kaldın ? Görseydim gelirdim yanına.


Uzak durulması gereke kötü kadın. Göçmenlerden nefret ederiz biz. Neden ki acaba. Çok nazik ve güzel gözüküyor. Dilimiz de harika konuşuyor. Ama onun kocası yok çocuğu var. Neden ki ? Neden kötülerin çocuğu oluyor da benim olmuyor. Kötü değil gibi ama. 

Gelip yanına çömelmişti şimdi, ne güzel bakıyordu. Kendisine kimse böyle bakmamıştı sanki daha önce. Kendisine kimse bakmış mıydı ki acaba ? Kafasının içinde yüz bin şey dönüyordu, hiç bir şeyi algılayamıyordu bu yüzden .


- Haydi gidelim, biraz uyu, kendine gel, yine geliriz buraya istersen. Anahtarını mı unuttun , kavga mı ettiniz yoksa, ne oldu böyle?

Başını salladı sağa sola. Anahtarını unutmamıştı. Kavga da etmemişti. Hiç kavga etmezlerdi zaten. Sadece gerilim dolaşırdı içeride istediği şeyler olmazsa. 

Ellerinden tutup kaldırmaya çalıştı kadın. Mümkün değildi onu yerinden oynatması .  Çaresiz şekilde kalkıp evine dönerken arkasından gelen belli belirsiz fısıltıyı duyunca durdu.


-Ne yapacağımı bilmiyorum, gidecek hiçbir yerim yok. 


Gözlerinden yaş akmaya başladı. Saatler sonra ilk defa kımıldayıp başını kaldırdı. 


- Gidecek hiçbir yerim yok..


3

Yirmi yaşımda ölüp yeniden dirildim ben. Şeytanımın elinden kurtulduğum o en mutlu anda cehenneme düştüğümü zannetmiştim oysa. Ne tuhaf. Bir melek elimi tuttu. Ondan ölesiye korktum ilk önce. Gözümdeki perdeler aralanana kadar anlayamadım. 


.....

Adam ona o adama bakıyordu. İna yanımda olsaydı şimdi bana her sorunu çözecek süper zekân var yapamadıklarına odaklanmaktan vazgeç derdi diye geçirdi aklından. Derken konuşmaya başladığını fark etti.

- Ah, ben de iki gün önce geldim buraya, hiç bilmiyorum ama biraz beklerseniz arayıp öğreneyim. 

-Tabi.

Birazdan seçenekleri sayıyordu isminin Dim olduğunu öğrendiği adama .

- Yalnız Dim dedi biraz sıkıntılı bir sesle.Ben herkese ne istediklerini sorup siparişlerini alabilirim, internetten sipariş işlemini senin yapmanı istemek zorundayım.

-Efendim ?

- Şey, hepiniz bir anda işlere koyulunca tanışamadık tabi. Benim okumayla ilgili problemim var, girip oradan okuyup işaretleyemem. Telefondan da tek tek söylemesi zor olur. Bu günlük siparişi verirseniz sonrası için bir yöntem bulurum .

- Eee, peki herkesin siparişini nasıl alacaksın ?

-O kısım bende, merak etme.

- Akşama kadar yer miyiz acaba diyerek uzaklaşan adama bakarak hızla evin içinde dolaşmaya başladı.

.......

Kalbimin gürültüsünden şarkıları bile duyamayacağım bu gidişle diye derin nefes almaya başladı. 

Yanındaki kızın arkadaşına " Hangisini daha çok beğendiğimi bulamıyorum, hepsi birbirinden güzel" diye bağırdığını duydu, gerçekten de öyleydiler. Hepsi bir aradayken daha da güzelleşiyorlardı sanki. Birbirlerine bakışları, gülüşleri, takılmaları, enerjileri. Yaşlı gibi hissederdi kendisini onların enerjileri yanında. Oysa hemen hemen yaşıtlardı. Onların zorlu ama çılgın bir hayatları vardı, kendisi susturulmuş zorlu bir hayattan gelmişti.  Susturulmuş, bastırılmış, kaybolmuş yıllar insanın üzerine daha çok mu biniyordu yoksa yapayalnızlık mı öyle yapıyordu acaba. Belki de sevdiğin şeyi yaparken yorulup zorlansan bile genç kalıyordun.

Silkindi birden, düşüncelerinde kaybolma da şu ânın tadını çıkart diye söylendi kendisine. İlk şarkı başlamıştı bile. Of ama bu şarkıyla da başlanmazdı ki, az izlememişti antremanlarını, az gülmemişlerdi , şu harekette hepsinin yere yığılıp kaldığı zaman meselâ. Yeni bir şarkıyla başlasaydınız ya, nasıl çıkacağım bu nostaljinin içinden ben ... 


4

- Senin olmayabilir ama benim seni götürebileceğim bir evim var. Haydi gidip neler yapabileceğimize bakalım.


Diyerek elini tekrar uzattı kadın. Uzatmakla da kalmadı onun elini sıkıca tuttu. 


-Haydi. Dışarıda kalmandan çok tekrar içeri girmek zorunda kalırsın diye korkuyorum çocuk, haydi gidelim şu uğursuz yerden.


Bu sefer direnmedi , başını çevirip arkasına son bir kere daha bakıp kadını izlemeye başladı. Ayağı her taşa takılıyor, dengesini zor sağlıyordu. Karşıdaki eve geçiyordu topu topu topu ama sanki boyut değiştirmiş gibi hissediyordu kendisini. 

Kadının ayakkabılarını çıkartıp içeri gördüğünü görünce o da terliklerini çıkarttı. Tüm yorgun ve şaşkın haline rağmen ev dikkatini çekti. Kendi evinin aynısıydı ama aynı zamanda da bambaşkaydı. Kendi gri kahverengi kasvetli mobilyalarının aksine burası pırıl pırıl gözüküyordu. Daha doğrusu sımsıcak .


-Benim adım İna, bu da kızım Min. Gel , koltuğa otur.


O sırada kızı koşarak koltuğa bir örtü koydu. Annesine kendi dillerinde.


- Çok kirli üstü, görmüyor musun ? Karşı evdeki hayaleti neden bize getirdin ? diye söylendi .


-Çok ayıp Min. Misafirin anlayamayacağı dilde konuşulmaz, koltuğun temizliği misafirin konforundan önemli olmaz. Ben sana böyle mi öğrettim ?


Belli belirsiz bir ses konuşmalarına katıldı.


- Haklı ama, sabaha kadar bahçede oturunca üzerim kirliydi, bu beyaz kanepeye yazık olurdu. Zaten eve deterjan alınmadığı için ancak bu kadar temizlenebiliyorlardı. Hayalet ha. Sokakta oynadığınızda duyuyordum da kime dediğinizi anlamamıştım.


Ana kız ona şaşkınlıkla baktılar. Uzun uzun konuşmasına mı yoksa dillerini anlamasına mı daha çok şaşırdıklarını bilememişlerdi. Koltuğa oturup evine gözü takılan kadın yeniden sessizleşince bir şey demediler. Buradan bakılınca diğer evlerin arasında ne kadar yabani duruyordu. Ve çirkin. Kendisinin de evi gibi gözüktüğünü biliyordu . Soluk, bakımsız, çirkin. Gözünden yaşlar akmaya başladı. İnsan içindeyken nasıl da göremiyordu ne halde olduğunu. Hayalet ha diye düşündü. Çocuklar ne kadar da haklılarmış. 


- Bir duş alıp kendine gelmek ister misin ? Ben de yiyecek birşeyler hazırlayayım. Min gözün sokakta olsun, eşi çıkınca haber ver bize, aklıma bir şey geldi.


Belli belirsiz başını salladı. Her gün duş alabilmek ne büyük zenginlik diye düşünerek kadını takip etti.


.....


Çok eskiden bir kitaptaki hikâyeden etkilenmişti. Kızla oğlan okul yıllarında çok yakındılar. Oğlan ele avuca sığmayan, hem hayatla hem kendisiyle hem ailesiyle sürekli kavga halinde biriydi. Birbirlerinden ayrı düştüklerinden seneler sonra buluştuklarında oğlanı düzelmiş, kendine çeki düzen vermiş gören kız yabancılamıştı onu. Birlikte geçirdikleri bir kaç gün mutlu olamamıştı. Tam ayrılacakları zaman oğlan gözlüğünü çıkartıp kıza bakıp, ben hâlâ eski benim ama bunu bilen artık sadece sensin dediğinde arkadaşına kavuştuğunu hissetmişti ancak. Ne ağlamıştı o hikâyede. Şimdi karşısındaki kendinden emin bir şekilde şovlarını yapan çocuklara ( hâlâ çocuk diyordu onlara) içinde aynı sızıyı duyuyordu. Tam kitaptaki kadar süre geçmişti en son birbirlerini gördükleri günden beri. Buluşsalar öyle yabancılaşmış olurlardı herhalde .

Yine başka âlemlere gittin diye söylendi. Sonra Yeo'nun mikrofonunu sinirle çekiştirdiğini görünce ilk defa gülümsedi. Bak bu değişmemiş işte, hâlâ sinirli . Demin de kıyafetinin koluna asılıyordu. Kıyafetleri giydirenler edenler grubu hiç seyretmiyorlar mı acaba , haklı sinirlenmekte, bi rahat edemedi dans ederken. 

5

Sonunda gerçek konuklar geliyorlardı. Grubun ismini öğrendiğinde ilk iş internette onları araştırmıştı. Ve şarkılarına bayılmıştı. En güzeli de yeni bir grup olmasıydı. Kendi hayatının yeniden başlaması ile onların kurulmasının aynı zamanlara denk düşmesi aynı durumdalar gibi hissettirmişti. Tabii ki çok farklıydı durumları ama olsun. Son aylarda çok şeyle uğraşmıştı, hâlâ da uğraşıyordu. Ve dinlediği şarkılar sanki kendi yüreğine sesleniyormuş gibi gelmişti. Pes etmemesi için onu cesaretlendiriyorlardı. Bir kaç haftadır  öylesine içli dışlı olmuştu ki onların yaptıklarıyla sanki tanıyormuş gibiydi. Hani gidip hepsine tek tek sarılacaktı eski dostları gibi. Haline gülümsedi. 

Az sonra arabadan inerlerken camdan baktı. Doğal hallerini çok merak ediyordu. Gerçekten de öyle tatlı ve içten miydiler yoksa kamera karşısında rol mü yapıyorlardı ? Eee, yine kameralar açık kızım, ne anlayacaksın ki diye söylendi kendisine ama kahkahaları hiç de yapay değildi.

Bar mutfağın olduğu büyük salonda herkes toplandı. Bu sefer önceden konuşup durumunu söylemek istediğini belirtmişti. Dim kendisini onlara tanıttı , sonra da sözü ona bıraktı. Evde hapis gibi oturup saçma sapan bir hayat yaşarken her şey ne kadar kolaydı diye düşündü o an. Gerçekten yaşamaya çalışmak heyecanlı ve zordu. Konuşmak yeterince güçken bir de onların dilinde konuşmaya çalışmak hepten kanını dondursa da tatlı perisinin sen her şeyi yaparsın sesini duyar gibi olunca meraklı bakışları daha fazla bekletmeden başladı.

- Merhaba. Hoş geldiniz. Evdeki işlerden sorumlu olan kişi benim. Herhangi bir şeye ihtiyacınız olduğunda beni çağırabilirsiniz . Ya mutfakta olurum ya da hemen mutfağın arkasındaki odamda. Tezgâhtaki zile basabilirsiniz. Sabah kahvaltılarınızı ben ayarlayacağım. İstediklerinizi akşamdan söylerseniz ona göre hazırlarım. Yalnız benimle ilgili küçük bir ayrıntı var onu söylemem gerekiyor.


.....



- Anneee adam çıkıyor.

- Elinde büyük valiz, poşet , eşya falan bir şey var mı ?

- Yok , normal işine gidiyor sanırım.

- İyi, uzaklaşınca söyle.  

Bu sırada duştan çıkan kadın da görmüştü adamın gidişini. Öyle bakakalmıştı yine.

- Bak canım, evine gidip oraya bakmamız gerekiyor. Ulaşabileceğimiz yedek anahtar ya da açık bir yer falan var mı ?

Başını olumsuz anlamda salladı. Normal anahtarı olmamıştı ki yedeği olsun. 

- O zaman bir şekilde kapıyı açmaya çalışacağız. Bekle, tornavida, keski bir şeylerim vardı, belki işe yararlar.

Şaşkınca kendisine bakan kadını görünce açıkladı.

- Bu adamla kaç yıldır birliktesin, seni öyle kapıya atamaz. Ama bunu ispat etmemiz için o senin eşyalarını kaldırıp başka birisini getirmeden gidip içerinin fotoğraflarını çekelim. Ben  ve karşıdaki Jazz senin adına kefil oluruz zaten. Böyle sıyrılıp gidemez . Haydi çıkalım. Min sen de gelip kapıda nöbet tut, döneceği falan tutar, onunla burun buruna gelmek istemiyorum.

İki kadın kol kola girip sakince eve doğru ilerlediler. Evin etrafında dolaşıp pencereleri, kapıları kontrol ettiler ama açık bir yer yoktu. Sonra ellerindeki aletlerle kiliti kurcalamaya başladı İna. Neyse ki pek matah bir kilit değildi, açmayı başardı. İçeri girdi hemen. Kapıda kıpırtısız duran diğerini de çekti içeri.

Telefonunun kamerasını açıp video çekmeye başladı. Öyle acınası bir hali vardı ki evin. Fotoğraflar, eşyalar , iki kişinin birlikte yaşadığını gösteren şeyler arıyordu ama sanki otel odası gibiydi salon. Yatak odasında gardırop içinde duran bir kaç eşyayı, banyodaki diş fırçalarını çekti umutsuzca. 

- Fotoğraf albümünüz falan yok muydu ?

- Hayır. 

Biraz durakladıktan sonra yatağın altından bir çanta çıkarttı ve hafif bir gülümseme belirdi yüzünde. 

-Bunlar işe yarayabilir.

- Ne bunlar derken kapağını açıp içindeki dosyaları çıkartmaya başladı. Çantanın içi hastane raporları ve tahlil sonuçlarıyla doluydu. 

- Bu senin ismin mi ?

- Ne yazıyor ki orada ?

Yüzünde soru işaretleri belirse de dillendirmeden kadının sorusunu cevapladı .

- Elisa Hax

-Evet, benim ismim. Soyadım da evlilik soyadım. 

-Evlilik belgeniz nerede ki ?

- Hiç görmedim . 

- Kimliğinde bu soyad yok . Kimlik mi eski, yoksa evli değil misin o kısmı anlamak lâzım.

Telefonu çalınca iki kadın da zıpladılar yerlerinden.

- Anne adam dönüyor , çıkın oradan hemen !

6

Dal ne kadar büyümüş diye düşündü. E tabi,  17 yaşındaydı o zamanlar şimdi artık 22. Yüzündeki masumluk hiç değişmemiş ama , gülümseyişi hâlâ insanın içine işliyor. Sesi daha da oturmuş. Yüz kişi aynı anda şarkı söylese onunkini ayırd edebilirim, öyle özel bir ses. Küçük kardeşim olsa bu kadar severdim sanırım. Ay ay ay, kol kaslarını da sevsinler. 


- Tam sana göre bir uygulama buldum Elisa .
- Öyle mi , neymiş o derken bir yandan da mutlu şeker yüzüne bakıp gülümsedi.
- Bak şu uygulama , ver telefonunu indireyim hemen . Hımmmm. Nerde bu . Allah Allah, neden bulamadım ki? Dur ben biraz araştırayım şunu düzgün bi şekilde .

Ah Dal, benim telefonum öyle eski bir modeldi ki, uygulamaların çoğu indirilemiyordu. Yine de hayatımda sahip olabildiğim ilk cep telefonuydu, pek değerliydi benim için. Bunu bildiğinden, kendin bulamamış gibi yapıp gitmiştin ben üzülmeyeyim diye. Ah çocuk, ne tatlıydın sen. Maskotuydun herkesin. Hâlâ da öylesin ya. 

....

Bütün kafalar dikkatle ona bakıyorlardı şimdi. Okulda yaşadıkları geldi gözünün önüne hemen. Tahtaya kalkıp da herkesin kendisiyle dalga geçtiği, öğretmeninin her zaman tembellikle suçladığı, isminin Aptal 'a dönüştüğü zamanları hatırlayınca ter bastı biraz. Her sabah sırasının üzerinde ne olduğunu bilmediği yazılar yazılmış olurdu. Onları silerdi özenle. Kitapları açılmamış, defteri hiç yazılmamıştı. Zaten hasta annesi ile zor koşullarda yaşadığı için bakımsızdı ve eski püskü şeyler içindeydi, bir de bu halleri ile bütün sınıftan tamamıyla kopmuştu. Aslında öğretmeninin anlattığı şeyleri dinlemeyi çok seviyordu . Sınıfta kalmak diye bir şey olmadığından bir şekilde geçirmişti seneleri ama son seneki sınava girip de bir sonraki okullara devam edemeyeceğini biliyordu. Zorunlu olmasa çoktan bırakacaktı her şeyi de. Bir de tek bir öğretmeni olmasaydı. Matematiğe gelen öğretmeni hep kendisine iyi davranırdı. Hatta evini bile ziyaret etmişti. Annesinin hastalığı ağırlaştığında hele . 

Derin bir soluk alıp bir nefeste söyleyiverdi en sonunda .

- Ben okuyamıyorum. Bir hastalıkmış bu, harfleri bir araya getirme yeteneğim yok. Bu yüzden gerektiğinde bana telefonla ses kaydı atarsanız işim çok kolaylaşmış olur. İstediğiniz şeyleri söylemeniz yeter.

Araya Dim girdi bu sırada 

-Yalnız Elisa'nın inanılmaz bir yeteneği var. Geldiğimizden beri hepimiz çok etkilendik. Bu yüzden şimdi size onu göstermek istiyorum.

Şaşkınlıkla ona baktı kadın. Adam ona gülümsüyordu. 

- Hadi hadi, burada sanırım on beş kişiyiz, rahatça yaparsın . Geçen haftadan beri kaç kişiye kadar yapabilirsin diye merak içindeyiz arkadaşlarla, beni kırma, öğlen yemeği siparişlerimizi şimdi al . 

O ilk günden beri bunu oyun haline getirmişlerdi zaten şimdi yeni gelenlere de göstermek istiyorlardı. Gülümsedi o da. Eh , aptal değilmişim, herkes yanılmış, artık bunun tadını çıkartabilirim diye düşündü. 

.....

-Çabuk Elisa, hemen çıkalım evden diye çağırdı İna.
 
Ama tam girdikleri kapıya doğru hızla yönelmişlerken Elisa odaya geri koşup yatak şiltesinin altına elini uzatarak bir şey aramaya başaldı.

- Haydiiiii.

Onu aldıktan sonra da gardıropa gidip orada duran bir pantolonla tişörtü kaptı. Dış kapının açılma sesini duyduklarında ancak kapıya ulaşmışlardı. Adama görünmeden çıkmayı son anda başardılar. 

Sessizce çömelerek uzaklaştılar oradan. Az sonra evin penceresinden adamın evdeki pek çok şeyi poşetlere koyup arabasına attığını gördüler. 

- Tam zamanında gitmişiz, şunlar senin eşyaların büyük ihtimal.  Sahi ne aldın yatağın altından.

Kadın elindeki küçük torbayı açıp içinden bir kolye çıkarttı.

- Annemindi.

Sabah oturduğu koltuğa oturup başını kenara yasladı. Ondan sonra da akşama kadar hiç kıpırtısız orada öylece kaldı. Ana kız onu uyusun diye yalnız bıraktılar ama o hiç gözlerini kırpmadan boşluğa doğru bakmaya devam etti. 


7

 -Deneyelim o zaman Dim, ben de bilmiyorum kaç kişininkini aynı anda alabileceğimi. Önceden tanıdıklarımın seslerini biliyorum. Numb üyelerininkini de biliyorum ama gerçek hayatta duymadığımdan karıştırmamak için bugün gelip önceden tanımadığım herkes sırayla bana ismini söyleyebilir mi acaba ? Tamam. Şimdi öğle yemeği istediğiniz üç şeyi yüksek sesle ve anlaşılır şekilde söyleyebilirsiniz. Sırayla söylemenize gerek yok. Sadece düzgünce söyleyin yeter.

- Nasıl yani, aynı anda mı ?

- Evet. Yani karar verince söyleyin, aynı anda haykıracağız diye uğraşmanıza gerek yok ama başkası söylüyor diye beklemenize de gerek yok.

Herkes şaşkınlıkla durdu. Grup üyeleri bunu çok eğlenceli bulmuşlardı . Birbirlerine yaklaşıp birşeyler söylediler. Sonrasında tam bir kakofoni oluştu. Her yerden bir liste geliyordu. Ardından da sessizlik oldu. Şimdi bütün gözler genç kadındaydı.

- Sağlamasını yapacak vaktimiz varsa sizlere söyleyeyim, ya da direk sipariş edelim geldiğinde dağıtayım.

-Eğer sizin için sakıncası yoksa , yanlış yemek gelmesini istemediğimizden sağlamasını yapalım lütfen.

- Tabi. 

Ve tek tek herkesinkini saymaya başladı.

- Son olarak Yeo'nunki. Önce kızarmış tavuk, salata, madensuyuydu sonra kızarmış tavuk tavuklu noodle a , salata turşuya döndü. En son yeniden kızarmış tavukta bıraktı . O arada bir de şarkı söylüyordu ama onun konumuzla alâkası yok.

Hepsi kahkahalarla gülerken Yeo muzip muzip gülümseyip eliyle okey işareti yapıyordu. 

- Sanırım herkesinki doğru, siparişleri verebiliriz artık.

İnsanların ona hayranlıkla bakmasına alışkın olmayan bünyesi hemen oradan inip kaybolma moduna geçerken heyecanla çarpan kalbinin sesini herkesin duymasından korkuyordu. Bilgisayarın başına geçip hemen siparişleri verdi.Özel bir program kurmuşlardı , sesli olarak siparişi yazdırıp üzerine dinleyerek kontrol de edebiliyordu. Ama titreyen elleri ile okey tuşuna basması biraz zor olmuştu.

......

Camın önüne asılı kristalden ellerine vuran rengârenk ışıklar mı onu daldığı karanlıklardan geri getirmişti, İna'nın açtığı müziğin ruhuna dokunması mı yoksa sokaktan gelen çocuk kahkahalarının sıradan normal günlerini hatırlatması mı bilemedi ama yavaş yavaş dalgınlığından sıyrılıp hafifçe toparlandı. İna ile Min hafiften dans ederek yemek hazırlıyorlardı, kristaller tüm camlarda vardı ve akşam güneşi ile içerisi masalsı bir görünüme kavuşmuştu, tam o an, hafif bir rüzgârın yeni kesilmiş çim kokusunu burnuna ulaştırdığı, şarkıdaki kadının "yeniden kral olabilirsin " dediği, bir çocuğun kahkaha attığı tam o an Elisa uzun zaman sonra ilk defa yaşadığını hissettiğini fark ederek derin bir nefes aldı. Onu gören ana kız , "Oo birileri uyanmış " dediler . Uzandığı yerden kalkarken kolu acıdı. 

- Dur dur, kolunda serum vardı. Doktoru çağırırız çıkartır birazdan. Ne kadar süredir uyur uyanık duruyorsun biliyor musun ?

Ne kadar diyecekti ama sesi boğuldu çıkamadan. Başını salladı hayır anlamında.

- Üç gündür.

- Üç gün mü diye fısıldadı.

- İlk akşam uyuyorsun zannettik, ama ertesi sabah da hiç tepki vermeyince ödümüz koptu. Doktor geldi. Serum taktı. Rahatlatıcı ilaçlar verdi. Bu beşinci serum.

- Özür dilerim.

- Niye ki ? Özür dileyecek bir şey yok.

- Size çok yük oldum.  

Hâlâ sesi çıkmıyordu.

- Min su götürsene . Ağzına damlatmaya çalıştık arada ama korktuk da bir yandan. Boğazın kurumuştur. Yudum yudum ağzını çalkala.

.....

8

Hae artık şarkı söylerken gerilmiyor gibiydi sanki. Kayıt günlerindeki gerginliğine ne kadar üzülürdü . Herkes birbiriyle şakalaşıp dans ederken o mikrofonu elinden bırakamaz, pür dikkat kendi kısmının gelmesini beklerdi. Şimdi şu karşımdaki tek başına şovunu yapan adama bakıyordu da sesi oturmuş, dansı her zamanki gibi harika, şarkısı da en sevdiği tarzda. Sahnede bu kadar karizmatik olup konuşurken içten, doğal hafif şapşik ama bu yanlarıyla da barışık olmaları hem şaşırtıcı hem de çok güzeldi. Yanındaki kızların çığlık atmaktan sesleri kısılmıştı artık . Kendisi ise soluksuz izliyor, hiç ses çıkartamadan dalıp gidiyordu. Alkışlamayı bile unutuyordu ki bir kaç defa çevresinkilerin garip bakışlarına maruz kalmıştı. 

......

Yemek sırasında yüzüncü iltifatını alan Elisa tüm hayatım boyunca bu kadar güzel söz duymamışımdır diye düşündü. Bir anda şişman, kocaman, hantal ve çirkin kadın imajı insanların gözünde kaybolmuş, süper kahramanmış gibi bir moda geçmişti. Bu , ilginç şekilde, bir zamanlar sahip olduğu güzel ama aptal kız imajından çok daha mutluluk vericiydi. Çevresinde mutlulukla yemeklerini yiyenlere baktı. Grup üyeleri kameraların önündeydiler . Genel olarak heyecanlı ve keyifli halleri vardı. Kameralar kapandığında ne olacak acaba diye merak etti. Kapanacak mıydı onu da bilmiyordu ya. Diğer ekip üyeleri dönüşümlü olarak yemeklerini yemiş işlerinin başına geçmişlerdi. Senelerde bir evde tek başına geçirdiği onca saatten sonra şu ortam hem değişik hem de korkutucu geliyordu biraz. Geçen sene bu zamanlarda hiç aklıma gelir miydi bu yaşadıklarım diye düşündü. 

- Siz yemek yemiyor musunuz ?

Sözüyle kendisine geldi. Başını kaldırdığında grup üyelerinden Yeo ile gözgöze geldi. Tıpkı videolarda gördüğü gibi ışıltılar uçuşuyordu gözlerinde.

- Kendime sipariş etmek aklıma gelmemiş ama zaten buralar sakinleşip etrafı toparlayayım ondan sonra yerim bir şeyler. Size yardımcı olabileceğim bir şey var mı ?

- Ah, ellerimi yıkayacak bir yer arıyordum ben sadece . 

- Banyolar diğer tarafta , şu karşıdaki kapıdan çıkınca görürsünüz.

- Teşekkürler.

Etrafa bakarak uzaklaşan delikanlıyı izlerken onun herkese ve her şeye ne kadar dikkatle bakıp , neredeyse ortamın haritasını çıkarttığını düşündü . İçerideki onca kişinin arasında kendisinin yemediğini fark eden de bir tek oydu. Sonra gülümsedi, kendisi bile farkında değildi yemediğinin. 

Az sonra çöp kutularını masaya götürmek mi mantıklı olur masadakileri buraya taşıyıp burada ayrıştırmak mı beşinci dereceden denklemini çözmeye çalışırken arkasından seslenen yine Yeo'ydu.

- Sanırım yemek siparişi verirken kendimizi sizin şova kaptırmışız, hiç kimse yemeklerin tamamını bitiremeyecek diyerek topladım açılmamış olanları. Hâlâ sıcakken siz de yiyin diye getirdim.

Bir tezgâhtaki kutulara bir onun yüzüne şaşkınlıkla bakarken, o yüzünde muzip ve mutlu bir gülümsemeyle oradan ayrıldı. Arkasından teşekkür ederim diye seslenmek bile çok sonra aklına geldi Elisa'nın. 

......

9


Suyunu içtikten sonra ana kız birbirlerinin ağzından sözleri kaparak ona olanları anlatmaya başladılar. İna o gün polise haber verip eşini (ki aslen eşi değil vasisiymiş ) tutuklattırmış. Evin içindeki kadına ait eşyaların çoğunu kaldırmış olsa da etraftaki parmak izlerinden ispatlatmış orada olduğunu. Polis onun uyanmasını bekliyormuş, doktor izin verdiği an ifade almaya geleceklermiş.

-Tutuklandı mı ?

- Evet reşit olmayan bir kızı evinde zorla tutmaktan.

- Zorla tutmadı ki, yani annem çok hastayken bize destek olmuştu. Annem iyileşemeyeceğini anlayınca ona vesayetimi vermişti.

- Evet, annen ona vesayeti verirken seninle karı koca hayatı yaşayacağını düşünmemiştir sanırım.

- Ben ona aşıktım. Dünya üzerinde annemden sonra bana iyi davranan tek kişiydi. 

- Ah küçüğüm, tabii ki öyle hissetmişsindir ama bu onun suçunu azaltmaz. Zaten gayet sinsi sinsi plân kurmuş sana öyle hissettirip boyunduruğu altına almak için.

Önüne baktı Elisa. Hiç böyle olduğunu düşünmemişti ama içinden bir ses kadının doğru söylediğini fısıldadı. Beş senedir onun kölesi gibi yaşamıştı. Kendisini çok sevdiğini düşünmüştü, bütün yaptıklarının sevgiden olduğunu . Hayatını o evde kilitli yaşamıştı. Ona yaranmak için neler yapmıştı. Karşılığında ne almıştı ki ? 

Doktorun gelmesiyle konuşmaları bölündü.

- Hastamız kendisine gelmiş bakıyorum.

.........

Rüzgâr'ı söylemeye başladıklarında gözlerinden süzülen yaşlara engel olmaya çalışmadı. 

Şimdi biliyorum. İhtiyacım olan kişi kendimmişim...

Hae 'nin " Şimdi her şey çok güzel " demesini bekledi sonra. Bu şarkıyı kaç kere dinlemişti bilmiyordu. 

Hep birilerine bağlı olduktan sonra insanın nasıl da bırakamadığını, mutlu olmasa bile nasıl da başka bir sayfaya geçmeye cesareti olmadığını çok iyi biliyordu. O günlerinde bu şarkıyı dinlemiş olsaydım kapıyı çekip çıkabilir miydim acaba diye düşünmeden edemedi. 

Hayatı çok tuhaftı gerçekten de. Çok kötü şeyler yaşamıştı, hem de çok. Ama en kötü olduğunu düşündüğü an aslında kurtuluşu olmuştu. Ve bir melekle yolu kesişmişti. Sonrasında geldiği yere kendisi bile inanamıyordu. İnsan aynı anda hem hayata bu kadar şanssız bir başlangıç yapabiliyor hem de bir anda tüm şans yıldızları onun yanında yer alabiliyordu. O gün yaşananlar olmasa ben hâlâ o evde kilitli hayatıma devam edecektim ve anlamayacaktım bile ne durumda olduğumu. Göremeyecektim. Minnettar olacaktım hiç hak etmeyen birisine. 

...


10

Yemeğini yerken Dal ve Sin yanına gelip çöp torbası sordular .


- Ah, bırakabilirsiniz, ben hallederim siz kalkınca.
- Olur mu canım, biz şimdi hep birlikte yaparız çabucak, herkes kendi çöpünü atar.

İkisi ellerinde torbalarla masaya dönerken sanki bir rüyanın içindeymiş gibi geldi Elisa'ya. Birazdan uyanıp kendisini evde bulacağından korktu. Hâlâ geceleri rüyasında kocası onunla uğraşıyordu.  Bazen kan ter içinde uyanıyor, onun kendisine zarar veremeyeceğini tekrar tekrar söyleyerek uykuya dalmaya çalışıyordu. İşin ilginci birlikte yaşarken o yaptıklarının kendisine eziyet etmek olduğunu anlamamış olmasıydı. Çok doğal geliyordu. Şimdi , topu topu beş altı ay sonra dönüp de baktığında ise  tüylerinin diken diken olmasını engelleyemiyordu .Şu mahkeme bitse belki daha iyi hissedecekti ama bitememişti bir türlü. 

Gerçekten de elden ele geçen çöp torbaları beş dakika içinde toparlandı, gençler odalarını seçmeye gittiler. Ekip de onların peşinden çıkınca tek başına kaldı. Gençler odalarını seçmeye gittiler diye düşünmüş olmasına acı acı güldü o arada. Bunu hep yapıyordu. 

.....

Doktorun gitmesinden sonraki bir ayı hayal meyal hatırlıyordu. İfadeler, avukatlar, bütün özel hayatının ortaya dökülmesi, insanların kendisine bakışları. İna olmasa ne yapardı bilmiyordu. Onun evinde kalıyor, onun dediklerini yapıyor, onun pişirdiklerini yiyor, ona çok yük olduğunu düşünüp üzülüyor ama ne yapacağını bilmiyordu. 

- İna sana her şey için minnettarım ama artık benim kendi ayaklarım üzerinde durmam gerekiyor sanırım. Geçen hafta psikolog da aynı şeyi söyledi. Bunu düşündüğüm anda tüylerim diken diken oluyor gerçi . Yine de bu evin sıcaklığına daha fazla alışmadan yapmam lâzım.

Hiç kitap okumamış, eğitimini tamamlamamış biri olarak onun konuşma şeklinin bu kadar düzgün olmasına hep şaşırmıştı İna. Sabahtan akşama elinde sadece televizyon vardı. Sanırım insanlar birşeyler öğrenmek istedikleri zaman ellerindekinden faydalanmayı biliyorlar diye düşündü. İlk geldiğinde kendi dillerinde konuşabilmesi ilginç gelmişti ama nasıl öğrendiğini söylediğinde ana kız inanamamışlardı. İzlediği dizilerden öğrendiğini söylemişti. Normal şartlarda haydi alt yazılarla falan öğrenebilirdi diyelim ama okuyamıyordu ki ? Eşine aptal olmadığını kanıtlamak için inat edip aynı diziyi hem orjinal sesinde hem kendi dilinde izleyerek öğrendiğini anlatmıştı. Ah bu kız, hastalığı yüzünden herkes kendisini tembel, aptal diye etiketlerken süper hafızaya sahip inanılmaz bir dehaydı da haberi yoktu.

Ona çevrilmiş bakışlarını görünce silkelenip konuşmaya başladı.

- Ah Elisa,  biz seninle çok mutluyuz ama ayaklarının üzerinde durmanın güzelliğini keşfetmeni , kimseye bağlı olmadan yaşamanı çok isterim. Zehir gibi bir zekân var, ne yapmışlarsa örseleyememişler. Mahkeme bitene kadar ne yazık ki ne eve geçebilirsin ne de bir gelirin var. Ama senin durumundaki kadınlar için yerler bulunuyor , birlikte bakalım, sana uygun ve bize uzak olmayan bir tane bulalım. Ondan sonra da yönünü çizersin yavaş yavaş. İş de ayarlamaya çalışacağım.
- Okuyabilseydim çok iyi olacaktı. Ama doktor çok zor olduğunu söyledi.
- Doktorlardan raporlar çıkartıp seni sözlü sınav yapmalarını sağlayıp bütün okulları bitireceğim sana. Sen merak etme. Kaç yabancı dil biliyorsun?
- Sanırım beş. Boş günlerimde en büyük eğlencem olmuştu yabancı filmleri izleyip öğrenmek. 
 Araya Min daldı.
- Anne Elisa harika oyuncu da olur ha, bütün o filmlerin repliklerini ezbere biliyor.

Üçü gülmeye başladılar .
..

11

Bir gün sana şarkı yazacağız Elisa demişti Eol, ama seni öyle sevdik ki çok zor yazması. Başarmak için çok uğraşmamız gerek. Bilemiyorum zamanı geldiğinde bir anda dökülür belki de. Peki ben nereden anlayacağım bana yazdığınızı diye sormuştu o da. Eh, eğer anlamazsan yazamamışız demektir diyerek gülmüştü. Sevgili Küçük Prens , her daim dağınık  ama kızamayacağın kadar tatlı ve  sahneye çıkıp da mikrofonu eline aldığında inanılmaz karizmatik. 

Acaba yazdılar mı o şarkıyı diye geçirdi aklından, anlayacak mıyım bana yazdıklarını yoksa her şarkıyı üzerime mi alınacağım. Gerçi anlamadığıma göre henüz yazmamışlar demek ki ..

.......

İçerideki curcuna gitgide daha hoşuna gider olmuştu. Sürekli birileri bir yerlere koşturuyor, sabahlara kadar dolanıyorlardı. Bu kadar enerjiyi bulabilmelerine şaşırıyordu genç kadın. Bu kadar çok çalışabilmek için yaptığı şeyi çok sevmesi gerekiyor insanın diye düşünmekteydi. Sabahın ilk saatlerinde kendisine bitki çayı hazırlamış, bahçeye çıkmıştı. Curcuna güzeldi ama sabahları bu sessizlikle kendisine gelmesi de başka güzeldi. 

Odasının açık pencerelerine baktı bahçeden, kapısı da her zaman ardına kadar açık duruyordu .Herkesin geldiği ilk gece kapatarak yatmıştı ama kalbi gümbür gümbür çarpıp ağlayarak gözlerini açtığında Sal'ın endişeli bakışlarıyla karşılaşmıştı. 

- Hişşş, sadece rüyaydı.. Geçti.

Nefes nefese bir şekilde dışarı çıkmak istiyorum diyebilmişti sadece. Sal onun elinden tutmuş, kalkmasına yardım etmiş, bahçeye inmişlerdi. Öylesi bir insandı işte Sal, ihtiyacı olana tanısın tanımasın elini uzatırdı. Hiçbir şey sormamış, hiç bir şey konuşmamış, sadece nefesi düzelene kadar oturmuşlardı . 

Bir daha da kapısını kapatmamıştı Elisa.

Ne tuhaftı insanoğlu, kapılar üzerine kilitliyken bunu kabullenip yaşamıştı onca sene de kapılar açıldıktan sonra dayanılmaz olmuştu tekrar kapanmaları. Zaten doktoru sonradan çıkacak etkileri olabileceği konusunda uyarmıştı onu. Yine de inanamıyordu böyle bir tepki verdiğine. 

Ağaçların arasından süzülen güneş yüzüne vurmaya başladığında gözlerini kapatıp başını geriye atarak yüzünde dolanana hafif sıcaklığın tadını çıkartmaya başladı. Tam kalkacaktı ki 

- Kıpırdamadan öyle kal lütfen diyen bir ses duydu .


12

Bir anda tekrar tek başına kalınca ne yapacağını bilemeden yanındaki koltuğa çöktü Elisa. İna ile günlerdir aradıkları yeri bulmuşlardı sonunda. Burası kendisi gibi kadınlara yardım eden gönüllü bir dernek eviydi. Daha ilk girişte sevmişlerdi ikisi de. İçerideki gönüllülerle konuştuktan sonra daha da içleri ısınmıştı. Yolunu çizip kendisine bir iş ve ev bulana kadar burada kalacaktı. İna'nın iş yerine de çok yakındı burası. Ama onu yolcu edip de odasının kapısını kapattığı anda içine çöken sıkıntıyı beklememişti. Kalkıp eşyalarını yerleştirdi. Pencerenin önündeki küçük masanın üzerine defter ve boya kalemlerini koydu. Psikoloğu yazamıyorsan resim yaparak dök içini dediğinden beri resimli günlük tutuyordu. Resim yeteneği de yoktu hiç ama renkleri karıştırmak iyi geliyordu ona. Bir kaç kıyafetini gardıroba yerleştirdi. Min'in eski cep telefonunu vermişlerdi ona. Hayatındaki ilk cep telefonu. Sesle arama özellikleri sayesinde video izleyebiliyordu. Mesajlaşmayı da çözmüştü. Sesli mesaj atıyorlardı birbirlerine. Şarja taktı telefonu, çabuk bitiyordu pili. Dolabın kapağındaki boy aynasında yansımasını görünce durdu. Yıllar süren bebek çabalarının sonucunda alt üst olan hormonları ve evde oturup durmak sonunda eski güzel halinden eser kalmamış koskocaman şekilsiz bir kadın olmuştu. Yirmi yaşında demeleri için bin şahit isterdi. Dişleri de çok bozulmuştu. Adam beni boşuna sokağa atmamış aslında derken yakaladı kendisini. Nefes alamadığını hissedip pencereye koştu, titreyen elleriyle camı açıp dışarıdan gelen rüzgârı hissetmeye çalıştı. Orada odanın kapısına gidip onu sonuna kadar açtı. Kapının önüne çöküp içine hava çekmeye çalıştı. Bir an asla yeniden ayağa kalkamayacağını düşünüp kaldı. 

....

"Nereye gidersek gidelim umrumda değil, gidiyoruz 
Herhangi bir yere uçalım, gidiyoruz"

Sahneden bu şarkı sözleri yankılanırken kapının önünde oturup kaldığı o gün geldi aklına. Neredeyse bütün gece orada nefes almaya çalışıp oturduktan sonra sabahın ilk seslerini duymasıyla kendine gelmeye başlamış, yavaşça yerinden kalkıp dışarıya atmıştı kendisini. Sadece gitmişti. Adımları onu nereye götürdüyse yürümüştü saatlerce. Kendi evinin sokağında bulmuştu sonra kendisini. Bahçesinde durup uzun uzun bakmıştı eve. Burada durmaya devam mı etmek isterdin diye söylenmişti kendisine ve dönüp sakince geri yürümeye başlamıştı. 

Şimdi de kalkıp sahneye yürüyüp hepsine tek tek sarılmak istiyordu. Acaba kaçıncı adımda beni durdururlardı diye düşündü. Benim ben Sal diye bağırsa meselâ durdurduklarında ne olurdu. Bu konsere gelmem çok kötü bir fikirmiş diye geçirdi aklından. Çok sızlıyordu yüreği, çok. 


13

Başını kaldırınca Teu ile göz göze geldi. Elinde bir defter ve kalemle , üst katın penceresinin pervazına oturmuştu.

- Işık üzerine çok güzel vuruyordu ve yüzündeki ifade öyle huzurluydu ki resmini çizmek istedim. Biraz daha durabilir misin ?

Bir şey diyemeden orada durmaya devam etti Elisa. Sonra gergin olduğunu fark edince güneşi hissetmeye çalıştı yeniden. Sonra kuş sesleri. Yaprak hışırtıları. Yavaş yavaş huzurlu haline büründü. Onu izleyen Teu çizimine devam etti. 

Çizmek onun için rahatlama yöntemi olarak başlamıştı. Bir de farklılaşmak istemiş olabilirdi diğerlerinden. Hırslı bir çocuktu hep, bir şekilde öne çıkmaya bayılıyordu. Hoş çok uğraşmasına gerek yoktu öne çıkmak için, yüzünü gören bir daha bakmak için dönerdi ama o sadece dış görünüşten ibaret olmak istemiyordu. Canını dişine takıp her konuda öne geçmek için uğraşmaktan çok yorulduğundan resmi keşfetmişti. Kimseyle yarışmak zorunda kalmadan keyfince yaptığı bir uğraş. 

- Artık kalkmam gerekiyor, yoksa kahvaltıda yiyecek bir şey bulamayacaksınız diyerek gülümsedi genç kadın.

O gülümseyişi de çizmek istedi Teu ama başını sallayıp teşekkür etmekle yetindi. Bu kadar yıpranmış, kendini bırakmış, yüzü makyajsız, hep çalışma tulumu giyen, iri yarı kadının gülümseyişinin ışıltısı onu hep şaşırtıyordu zaten. Genelde hüzünlüydü ya da dalgındı gözleri ama gülümserken bir anlığına ışıldıyorlardı. O ışıltısı ne zamandır saklı acaba diye düşündü . Omzuna dokunan el ile sıyrıldı düşüncelerden. Hae çağırıyordu onu. Onun gözlerinden ışıltı hiç eksik olmuyordu bak. Elinde olmadan gülümseyerek kalktı.

....

İlk geceyi atlattıktan sonra ertesi sabah psikolog ile görüşmesine gittiğinde kendini tamamıyla tükenmiş ve dünya üzerinde yapayalnız hissediyordu Elisa. Ayakları üzerinde nasıl durabileceği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Oysa İna'nın evindeyken her şey ne kadar kolay gözüküyordu gözüne. Sessizlikte ise kendisine söylenen bütün olumsuz sözler çınlıyordu kulaklarında :

- Aptalsın işte ben olmasam hayatta kalamazsın.

- Annem seninle oynamamamı söyledi çok pismişsin.

- Hahahaha, o yazamaz ki öğretmenim, zekâsı yok onun..

Doktorun uzattığı mendili görene kadar ağladığının farkında değildi. Çok acıtmışlardı canını. Evet okuyamıyordu ama aptal olduğunu düşünmemişti okula gidene kadar. Evet pek temiz sayılmazdı ama annesi ölümcül bir hastalıkla savaşıyordu , yapayalnız hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlardı ana kız. 

- Bak şimdi şöyle yapacağız. Sana testler yaptıracağım. Zekâ tipini, öğrenme şekillerini çıkartacağız oradan. Bu arada kendini keşfetmen için birlikte çalışmalara devam edeceğiz. Resimli günlüğünü tutuyorsun sanırım. Dün gece buradaki ilk gecendi, değil mi ? Nasıl geçti ?

- Kapalı kapı ardında kalmaya dayanamadım . Tam bir kâbustu.

- Kapatma kapını. Değerli eşyalarını kilitle yeter ne olur ne olmaz diye ama kapını açık bırakabilirsin bence .

Başını salladı sessizce .

- Dediğim testler için randevu alalım , sonuçlar geldikten sonra yine konuşuruz. Bu arada buradaki gönüllümüz Marry ,  yanımdaki odada durur çoğunlukla, onunla tanışmalısın. Çok tatlıdır, her şeyi sorabilirsin.

- Tamam, teşekkür ederim.

- Elisa.

- ....

- Güçlü ve harika bir kadın olduğunu düşünüyorum. Kendine biraz zaman ver, tek tek yerine koyacağız her şeyi.

-Teşekkür ederim.

....

14

Şarkılarla hızlı girişin ardından müzik sustu selâmlaşmaya başladılar. 


Hiç konsere gitmediğini söylediğinde nasıl gitmedin hiç diye sorgulayacaklarını zannettiği gün geldi aklına.

- Gitmedin mi ? Gerçekten miii ? 

Utangaç bir şekilde başını iki yana sallamıştı .

-Biz de hiç gitmedik zaten kendimizinkinden başka.

Demişti Sin. Hepsi kahkaha atmışlardı , nasıl da iyi gelmişti o kahkaha. Sanki herşeyi kaçırmış tek insanmış gibi hissini silip atmıştı. Daha hayatının başında olduğunu , yapamadığı çoğu şeyin ayıp olmadığını bir anda anlamıştı o sırada. 

Dur sana bi konser açılışı yapalım diye geçmişlerdi karşısına sonrasında.

İşte seneler sonra buradaydı, nihayet gerçek konserlerinde izliyordu onları. Nasıl da gurur duyuyordu hepsiyle. Yirmi beş senelik hayatımın içindeki kısacık altı yedi ay bu kadar mı çok yer tutar diye düşündü. Bu kadar mı özel olur bu insanlar.

.....

Dans pratiklerinden sonra neredeyse sürüklenerek içeri girmelerini gülümseyerek izlerken arkalarından gelip onlara "Hadi hadi abartmayın o kadar " diyen antrenörleriyle göz göze geldi. Her yerinden enerji yayılan bir kadındı , yanında kendisini hantal ve kaba hissediyordu.

- Geçen hafta içtiğim harika bitki çayından ikram edersin diye geldim. 
-Tabii ki .
- Sen niye spor yapmıyorsun, daha çok gençsin, neden böyle zar zor hareket ederek yaşıyorsun ?
- Ah, isterim yapmak tabi. Hamile kalabilmek için uzun süre tedavi gördüğümden bu hale geldim, yediklerime dikkat ediyorum ama hormonlarım kendine gelemedi hâlâ diye düşünüyorum. Bir de çok uzun süre hareketsiz kalmak zorunda bırakıldım, kaslarım da kemiklerim de eriyip gitti o ara sanırım.

Amma konuştum , otomatiğe bağlamış gibi savunmaya geçiyorum diye düşündü. Başını kaldırdığında içerideki herkesin susmuş kendisini dinlemekte olduğunu fark edip utandı . Çayı koymak için döndü. Eski günleri düşünmek ellerinin titremesine sebep olmuştu.
- Zor bir evlilikti ha ?
Şaşkınlıkla başını kaldırıp kadına baktı, bu kadarlık konuşmadan nasıl anlamıştı her şeyi.
- Ben de geçmiştim benzer bir süreçten , tahmin edebiliyorum. Bak ne diyeceğim yarın bir saat erken geleceğim, saat altıda buradayım. Sen de salona geliyorsun çalışmaya başlıyoruz. Kaç yaşındasın sen ?
- Yirmi bir. 
- Kırk gibi görünmene gerek yok, şu hormonları, kasları, kemikleri hale yola sokabiliriz bence.
- Gerçekten mi ? Ama benim hiç
- Vaktini yaratacaksın, ben geliyorum sonuçta
- Hayır hayır, onu yaratırım, yani, şey, 
Sesi yavaşça iyice fısıltıya dönüştü
-Param..
Hızlıca sözünü kesti kadın
- Ondan bahseden mi var şimdi ? Biz kadınlar birbirimize destek olmalıyız . İsmin neydi ?
- Elisa.
- Ne güzel bir isim. Benimki de Kate. Yarın sabah altıda hazır ol , senin canını çıkartacağım ,hahaha. Eee siz de işinize dönsenize , hepiniz oturmuş bizi dinliyorsunuz, erkekler... Bir de kadınlara dedikoducu derler. Aja git o bileğine buz koy, hava atıcam diye kendini sakatlaman zaten yeterince saçma ,bir de gereğini yapmıyorsun. 

15

Psikoloğun yanından çıktığında yandaki odaya yönelip Marry ile tanışmaya gitti ama odadaki iki kadının işleri başlarından aşkın gibi duruyordu. Ellerindeki telefonla konuşmaya çalışırken bir yandan da birbirleriyle koordine olmak için uğraşıyorlardı.
- Nelly şunu not alabilir misin, elimdeki kalemlerin hepsi nereye kaybolmuş ?
- Evet efendim, dediğiniz yerde dediğiniz gibi olacak.
- 7843504479
- Yazabilirsiniz , tabi 
- Size döneceğim birazdan

İkisi de aynı anda telefonları kapatıp , bir süre sessizce durdular. 
- Verdiğim numarayı yazdın değil mi ?
- Ne numarası , ben o sırada bay çokbilmişle uğraşıyordum.
- E yazdım dedin zannettim.

Elisa konuşmalarının arasına girdi.

- 7843504479 demiştiniz sanırım 
- Oh, öyle birşeydi galiba 
- Öyleydi . Merhaba , ben Elisa, yeni geldim.
- Merhaba Elisa, ben de Marry, kusura bakma pek bir karmaşanın ortasındayız. Şunu halledeyim seninle gidip bir kahve içeriz , ne dersin ?
-Tabi. Yardımcı olabileceğim bir şey varsa.
- Şu numarayı bir daha tekrarlayabilir misin unutmadıysan.
- Ah,ben ne yazık ki hiçbir şeyi unutmam . 7843504479
- Gerçekten mi ? Ne güzel.
- Bir işime yaramadı bu şimdiye kadar.
- Nelly keşke biz de iki rakam aklımızda tutabilsek ne güzel olacaktı bugün değil mi ? 
- Gerçekten de işe yarardı. Merhaba Elisa, ben de Nelly.
-Merhaba.
- Otursana, her zaman böyle olmuyor ama bugün karıştı . Herkesten vergi numaralarını almam gerekiyor ve ne yazık ki çoğunlukla yaşlıların oturduğu bu çevrede telefon uygulamaları kullanıp mesaj atabilen sayısı pek kısıtlı. Sabahtan beri kaybettiğim kalem sayısı da takdire şayan. Bilgisayar aşırı yavaşlayıp numaraları basmam için on beş dakika uğraşmam gerekmese direk gireceğim de. Zaten ben de pek genç sayılmam bu işler için hahahaha.
-Siz arayıp bana söyleyin, not alamam ama aklımda tutabilirim isim ve numara olarak.
- Nasıl ya?
- Yazıp okuyamıyorum da .
- Ha ? Yok ben onu demedim kaç tanesini aklında tutacaksın ki dedim ?
- Bilmiyorum doğrusu, yirmi tane falan tutarım sanırım.

İki kadın inanmaz gözlerle ona baktıktan sonra bunu denemeli miyiz yoksa işimizi şansa bırakmamalı mıyız ikilemi ile birbirlerine baktılar.

-Ah, siz yine de not edin isterseniz. Ben karıştırmayayım işleri. Sanırım kalem sandalyenizin altında duruyor.
- Oh teşekkür ederim. Yanlış anlama.
-Yok yok anlamam tabi. 

Bir saat sonra kağıttaki numaraları bilgisayara girmeye çalışıyorlardı. 
- Doris 3657892200

- Şey sanırım Doris 3657892208 olacaktı.
- Öyle mi ? Aaa evet sekizmiş o.

Şimdi gerçekten de çok şaşkın duruyorlardı.
-Hepsini hatırlıyor musun ?
-Dedim ya, unutmam hiçbir şeyi kolay kolay .
- Hadi yaa, okul birincisi falan olmalısın.
..

16

Bütün hayatım boyunca bu kadar terlememişimdir diyerek güçlükle odasına dönerken yolda rastladığı herkes ona gülüyordu. Bunun adımlarının yamukluğundan mı yoksa yüzünün mora yakın bir renk almış olmasında mı olduğunu tam anlayamamıştı ama pek de düşünecek hali yoktu bütün dikkatini nefesini içine çekmeye harcıyordu zira . Kendisini hemen duşa atıp orada da ayakta duramayıp yere oturup öyle kalakaldı. Aynı anda hem çok berbat hem de çok mutlu olmak böyle bir şey herhalde diye geçirdi aklından. Spor yapmak harika bir şeymiş. Gerçi gün içerisinde bardağı ağzına götürmekten yere düşen çatalı almaya yaptığı her hareket acı verirken bu duygusu biraz yok olmuştu ama bu iki gün sonra yine gitmesini engellemedi. Hantallığını üzerinden atıp hafiflemek için her şeye razıydı. Bir de tabi çevresindeki bir sürü güzel insanın arasında çirkin ördek yavrusu olmak sinir bozucuydu. Bakalım kuğuya dönüşebilecek miyim diye sordu kendisine. Aman ördek yavrusuna dönüşsem yeter diyerek geçirdi günü. 

Spor başka bir işine daha yaramıştı Kate sayesinde gruptakilerle iletişimi artmıştı. Ortak sorunları onları birleştirmişti. Kate hepsini süründürmekteydi zira.

Hayatına yeni bir melek daha katılmış gibiydi.

.......

Sahnedekilerin sohbetleri sürüyordu. Buraya daha önce gelmeyi ne kadar çok istediklerini ama dünya şartlarının el vermediğini anlatıyorlardı. Bütün dünya karantinaya alınınca tüm plânlar suya düşmüştü tabi .

Şehirde daha önce nasıl uzun kaldıklarından bahsederlerken içi titredi. Burada çok sevdikleri arkadaşları olduğunu söylerlerken kendisinden bahsediyor olmalarını hayal etmek istedi , yapamadı. Bir tarafı başka kim olacak diye haykırıyordu ama öyle çok isim geldi ki aklına , susturdu o bir tarafını. Ya da susmuş gibi yaptı. 

Onun , yani onların yanındayken bile onu , öf kes şunu, onları  özlüyordu , her geçen gün özlem büyüdü,şimdi karşısında  izlerken daha çok acı veriyordu sanki. Yok yok , buraya gelmemeliydim ben diye düşündü yeniden, ne geçiyordu aklımdan acaba biletimi aldığımda. 

17

Yaşam bir şekilde düzenini bulmuştu . Sabahları erkenden kalkıp kendine bir kahve yapıyordu. Bazı sabahlar, o saatte hâlâ yatmamışsa Sal da geliyordu yanına. Kafeinsiz sütlü birşeyler hazırlıyordu ona da. Havalar soğumaya başlamıştı ama yine de bahçeye çıkıp oturuyorlardı sessizce. Biri yorgunluktan biri mahmurluktan ağzını açmıyordu. Bazen birşeyler söylemek istese de ânın büyüsünü bozmamak için susuyordu kadın. 


Burada geçirdiği bir ayda kâbusları azalmaya başlamıştı iyice, korkusu da azalmıştı sanki. Mahkemeler hâlâ devam ediyordu, başka başka kızlar da girmişlerdi işin içine ama artık salonlara gidip kocasını tekrar tekrar görmek zorunda olmadığından sinirleri düzelmekteydi. Bir de etrafındaki enerjik insanların heyecanları kendisine bulaşmış gibiydi. 

Sporunu her gün yapmaya başlamıştı, Kate olmasa da kimse yokken salona gidip çalışıyordu. Dansları izliyordu arada, çok özeniyordu ama henüz ona başlamaya cesaret edememişti. Hâlâ çok kiloluydu ama giydiği iş tulumlarının fermuarı zorlanmıyordu artık. Yine kendisini diğerlerinin yanında dev gibi hissediyordu. 

Sabah sporundan döndüğünde çoğunlukla Sin'e rastlıyordu salonda. Genelde kulaklıkları takılı, müziğini dinleyip kendisine yaptığı bitki çayını içiyor oluyordu. . Birbirlerine gülümseyerek selâm verip önlerine dönüyorlardı. Asıl sesler Hae ve Teu kalkınca onların birbirleriyle sohbetiyle başlıyordu. Aja gelince de sesler ayyuka çıkıyordu. O sırada Yeu yürüyüşten dönüp Dal ve Eol'u uyandırmaya gidiyor, Dal uyku sersemi, Eol ise  hâlâ uyuyarak odaya giriyorlardı.  Kalkılması gereken son dakikaya kadar kimse Sal'a dokunmuyordu. 

......

Yaşam bir şekilde düzenini bulmuştu.

Sabahları erkenden kalkıp mutfağa kahvaltı hazırlamaya gidiyordu. Çayı demliyordu önce. Kahve makinasını kullanmayı öğrenmişti, onu çalıştırıyordu. Evde kalan kadınlar ve çocuklar yavaş yavaş uyanmaya başlıyorlardı o sofrayı hazırlarken. Küçük bir yerdi burası, kalan on on beş kişi vardı. Hepsinin de hem çok benzer hem de dünyalar kadar farklı hikâyeleri. Bazıları hiç konuşmazdı bazıları da susmak bilmiyorlardı. Sanki susarlarsa bir karanlığa yuvarlanacak gibiydiler . Kendisi neydi bilmiyordu. Ne olacağını da bilmiyordu ama arkasına bakmadan yaşamaya geçeceği günleri bekliyordu özlemle. Beklemekle olmaz diyen İna'nın sesini duyar gibi oldu çayını koyarken. Sen kalkıp yürümeye başlamadıkça yollar sana gelmez. Ama yürümeye başlarsan açılır önüne hiç aklında bile olmayan yollar.. 

18











18 Mart 2016 Cuma

Boşluk-Son

Hikâyemin sonunu pek içime sinmese de artık iyice geç kaldığımı düşünerek bitirdim. Ama buraya yazmayıp baş kısmını altına yerleştirdim ki ilk okuyan olursa sırasıyla gitsin : )

İşte tam şurada.

23 Kasım 2015 Pazartesi

Boşluk

Gözlerini yavaş yavaş açtığında nerede olduğunu anlayamadı önce. Karman çorman sesler ve görüntüler durulunca bir hastane odasında olduğunu fark etti. Burada ne arıyordu, başına ne gelmişti hiç bilmiyordu. Doğrulmak istedi ama sağından solundan çıkan kablolar izin vermedi. O sırada bir hemşire geldi yanına.

- Ah, kendinize geldiniz demek.. Lütfen kıpırdamayın, hemen doktora haber verelim. Lerzan Hanım, ağrınız, bulantınız var mı?
- Yok.
-Baş dönmesi?
- Hayır ama...
- Ama?
- Hiç bir şey hatırlamıyorum.
- Buraya nasıl geldiğinizi mi? Evinizde merdivenden yuvarlanmışsınız, hatırlamıyor musunuz?
- Daha da kötü. Evimi de hatırlamıyorum...
- Doktorumuz şimdi gelmek üzere. Hiç merak etmeyin emin ellerdesiniz..

Yanına gelen doktorun güven verici bir görünümü vardı gerçekten de. Güven verici görünümü hatırlıyorum ama kendimi hatırlamıyorum, ne tuhaf diye geçirdi aklından.

- Merhaba Lerzan Hanım, ben doktorunuz Veysel. Nasıl hissediyorsunuz kendinizi ?
- Boşlukta gibi, hiçbir şey hatırlayamıyorum.
- Tamam, bir bakalım size..

Elindeki değerlere göz atan doktor, bir yandan onu muayene edip bir yandan da anlatmaya başladı.

- Bugün öğleden sonra getirdiler sizi. Yanınızdaki evde oturan Sarp Bey gürültü duyup baktığında kapınız açıkmış, siz de yerde yatıyormuşsunuz. Hemen ambülansı aramış. Sanırım düşme sırasında başınızı çarpmışsınız. Şansınıza nöbette ben vardım, beyin cerrahıyım, hemen ilk müdahaleyi yaptık. Tetkiklerde hafif travma dışında bir bulguya rastlanmadı. Hafıza kaybına yol açacak bir şey gözükmüyor. Sizi bir müddet izlemeye alalım. Geçici bir şey olduğunu düşünüyorum. Refleksler ve değerler de iyi..

- İsmim bile tanıdık gelmiyor, kim olduğum hakkında hiçbir fikrim yok..
- Bildiğim kadarıyla buraya altı yedi ay önce tayininiz nedeniyle taşınmışsınız. Edebiyat öğretmeniymişsiniz. Şimdi size rahatlatıcı bir iğne yapalım, güzel bir uyku sonrası sabaha yeniden değerlendiririz durumunuzu. Bu arada akrabalarınız ve arkadaşlarınızla da konuşursunuz. Ama bu gece değil. Dinlenelim önce.

...................

Doktor ona gülümseyerek odadan çıktıktan sonra yalnız kalınca, nefes alamayacakmış gibi geldi bir an. O kadar çaresiz ve sıkışmış hissediyordu ki. Nasıl olabilmişti bu. Benim başıma nasıl geldi böyle bir şey diye düşünürken acıyla "benim" dediği kişi ile ilgili hiçbir şey bilmediğini hatırlattı kendine. Kimdi bu "ben" ?

Neyse hemşire iğne yaptı o sırada da üzerine gelen rahatlıkla uykuya daldı yeniden.

Sabah gözünü açtığında hâlâ büyük boşluk tarafından yutulmuş olduğunu anladı üzüntüyle. Tahliller yapılıyor. Kan değerleri , tansiyon ölçülüyor, yanındaki aletten gelen ditlemeler hayatta olduğunu söylüyordu. Ama o hayatla ilgili en ufak bir bilgisi yoktu.

Nihayet onu kendi haline bıraktıklarında hastaneye getirilirken çantasını da almayı akıl eden kişiye teşekkür ederek içinde ne var ne yok diye baktı. Cep telefonunda kayıtlı fazla bir isim yoktu. Soyadı benzerliği olan birileri, annem, babam, aşkım falan da yazmıyordu. Düz bir ekranı, standart bir arka planı olan sıradan bir telefondu bu. Bayağı eski olduğu belliydi.

Çantadan defter, kalem, kolonya, güneş kremi, ruj ve ayna cıktı. Hassas tenli, yazmayı seven - gerçi defterde yazan bir şey de yoktu ya- sade biriymişim her halde diye geçirdi aklından. Edebiyat öğretmeni mi diye düşündü. Ne bir şiir ne kitap hatırlıyordu. En azından öyle şeyleri hatırlamam gerekmez miydi acaba diye mırıldandı kendi kendisine.

Pencerenin önünde bir kuş ötmeye başladı. Kafasının içine bakmaktan dışarı göz atmamıştı hiç. Ağaçlardan baharın gelmekte olduğunu anladı.. Doğanın yeniden doğuşu gibi ben de bekliyorum sanki diye geçirdi aklından. Kuş ötmeye devam ediyordu pervasızca..

O sırada içeri giren adama "Bu kuşun adı nedir?" diye sordu.

Ona muzipçe bakan adam

-Kendisiyle tanışmadık, söylemedi bana ismini diye cevapladı gülümseyerek.
-Çok komik! Cinsini soruyorum tabi ki..Hem siz kimsiniz?
- Bu daha mantıklı bir soru oldu ama ilkini cevaplayayım önce.O bir sığırcık. Çok güzel ötüyor değil mi? Buralarda pek sık rastlanmaz, sizin şansınıza.
- Ve siz?
- Ben Sarp.
-Beni bulan komşum.
-Hatırlıyorsunuz?
-Hayır, Veysel Bey söylemişti. Size teşekkür borçluyum sanırım.
-Aslında bana değil, kedime borçlusunuz. Sizin bahçeye kaçmış olmasaydı sizi duymama imkân yoktu. Sanırım dışarı çıkmak üzereydiniz, kapınız açıktı. Size seslendim, cevap gelmeyince de..

Kısa bir sessizlik oldu. Karşısındaki ufak tefek, ince yapılı, zarif görünüşlü adama bakıp hatırlamaya çalıştı. Ama en ufak bir fikri yoktu onunla ilgili..

-Biz.. Nasıl desem, tanışıyor muyduk? Yani arkadaş mı? Ne bileyim işte..
- Ben geçen hafta taşınmıştım. Kedim sizin bahçenizi pek sevdiğinden bir iki kere karşılaşmıştık.

Derin bir nefes alan kadın kapana kısılmışlık duygusundan uzaklaşmaya çalıştı..

-Çok zor olmalı.
-Evet.. Nerede olduğumuzu bile bilmiyorum örneğin.
-Hastanedeyiz ya..
-Soru - cevap konusunda pek iyi değiliz galiba diyerek ilk defa gülümsedi.. Hangi şehirdeyiz demek istedim.
- Ah, Balıkesir'in sahilde küçük bir kasabasındayız. Balıkesir'i biliyorsunuz değil mi?
- Evet, o kadarını biliyorum sanırım.
-Bakın, bu da bir şeydir. Hepsi bir bir yerine oturacak bence.

O sırada içeri Doktor Veysel girdi.

-Ooo misafiriniz de varmış Lerzan Hanım. Nasılsınız bu sabah?
-Aynı dedi kadın gözlerinde beliren yaşları zor tutarak.
-Tamam. Acele etmeyin, zaman tanıyın kendinize biraz. Yakın akrabanız, tanıdığınız kimse bulabildiniz mi?
-Hayır. Yalnızmışım galiba. Telefonumdaki isimler de bana bir şey ifade etmedi.
-Haydi sizi bir defa daha muayene edelim.
-Ben de izninizle kalkayım. Tekrar geçmiş olsun Lerzan Hanım. Yardım edebileceğim bir şey olursa lütfen söyleyin. Telefon numaramı da bırakayım size.

Lerzan, karşısında duran iki adama baktı. İkisi de kendisiyle aynı yaşlarda gibi gözüküyorlardı.  Yalnız doktor diğerinin yanında uzun boylu, kilolu ve kocaman kalıyordu.

-İncelendiklerini fark eden Sarp sordu.

-Bir şey mi oldu?
-Hayır hayır.. Hayatım boyunca tanımış olduğum bütün insanların bu odada olduğunu düşünüyordum.
- Nasıl yani diye araya girdi Veysel.
- Siz ikinizden başka bildiğim kimse yok ya şu anda, onu demeye çalışıyorum.
-Evet evet, tabi. Neyse Sarp Bey, siz çıkıyordunuz sanırım. Biz de Lerzan Hanım'ı tetkikler için alalım.
...................

-Hemşire Hanım !
- Hemşire Hanımın bir ismi yok mu?
- Efendim?
- Hemşire hanım, müdire hanım, memur bey diye hitapları sevmem de pek,ismi yok mu hemşire hanımın?
- Kendinizden haberiniz yok ama hemşire hanım denmesini sevmiyorsunuz demek, ilginç. Sürekli nöbet değiştiğinden içeride kim var bilmiyorum, o yüzden böyle çağırıyorum. Mantıklı bir açıklama oldu mu?
-Sinirli birisiniz her halde siz.
- Ha ha ha, asıl ben sizin öyle olduğunuzu düşünüyordum.
-Buna verecek bir cevabım yok doğrusu. Şu anda içinde bulunduğum ruh halinde sinirden zıplamak üzere olduğum bir gerçek ama.
-Haydi üzmeyin kendinizi, bir sorun varsa bulacağız.

Üçü birlikte diğer bir kata giderken hastaneyi inceledi Lerzan.

-Bir şey sormak istiyorum.
-Tabi buyrun.
- Küçük bir sahil kasabasındaymışız.
-Evet.
-Bu hastane kocaman ve modern.
-Aaa, hastanemiz öyledir diye cevapladı hemşire. Buralı bir ailenin oğlu yıllarca yurt dışında adını bilmediğim bir üniversite hastanesinde doktorluk ve hocalık yapmış. Emeklilik zamanı yaklaştığında kendi kasabasında böyle bir tesis açmaya karar vermiş.
-Delilik gibi geldi bana.
-Evet öyleymiş ihtimal ama gün geçtikçe büyüyor burası.
- Peki ben nasıl özel bir hastanede kalıyorum.
-Açıkçası acil diye hemen buraya getirildiniz. Sonra özel sigortalı olduğunuz ortaya çıkınca.
-Özel sigortam mı varmış? Devlet lisesinde öğretmenim sanıyordum..
-Bilemeyeceğim artık o kadarını.

Bir hafta geçmişti hastanede ama belirsizlik ve boşluk hissi geçmemişti. Ne tuhaf diye düşündü, sanki her şeyi unutursak mutlu oluruz gibi gelir insana ama bu tam tersine çok sinir bozucu bir durum.

Telefonundaki numaralar bir bir arayıp geçmiş olsun demişlerdi. Çoğu buradaki okuldan tanıdıkları ve komşularıydı. Sanki bu kasabaya gelmeden önce kimse yokmuş hayatımda, nasıl bir insanmışım ben diye mırıldandı.

Ertesi sabah taburcu ediliyordu. Bütün taramalar temiz çıkmıştı, bilim sağlıklısın diyordu. Doktorlar her şeyin yavaş yavaş yerine oturacağını düşünüyorlardı. Ya oturmazsa? Ya oturmazsa ne yapacağım? Evimi, işimi, kimseyi bilmiyorum. Öğretmenlik yapabilir miyim? Ya da nasıl yaparım? Onu da bilmiyorum. Kendimi de bilmiyorum. Ne severim, ne dinlerim, kitap mı okurum, film mi izlerim?

Göz yaşlarını tutamadı artık. Doktor Veysel içeri girdiğinde onu ağlarken buldu. Sessizce akıyordu göz yaşları..

- Aa ,Lerzan Hanım, yapmayın, size hiç yakışmıyor bu.
-Bana neyin yakışıp neyin yakışmadığını bile bilmiyoruz doktor, onu bile bilmiyoruz..
-Bakın her şey yoluna girer.

Nefret etmişti bu sözden artık..

-Evinize gittiğinizde orada bulacaksınızdır çoğu şeyi.

Eve dönmek bile zor geliyordu ona şu anda. Dünya üzerine bildiği yegâne yer bu hastane odasıydı. Şimdi buradan ayrılıp yabancı bir ortama girecek olması içine sıkıntı basmasına sebep oluyordu.

Sonsuza dek burada saklanamazsın ya diye söylendi kendisine. Ya da daha doğrusu kendisinden saklanan hayatının dönmesini bekleyemezsin ya, gidip araman gerek..

...................

Ertesi sabah nasıl gideceğini düşünürken kapısı çaldı.

-Veysel Bey beni aradı Lerzan Hanım. Hem çıkışınıza yardım edeyim hem de sizi evinize götüreyim dedim.

Yine gözlerine yaş dolunca sinirlendi kendisine Lerzan. Kendisini bir an evvel toplaması gerekiyordu. Derin bir nefes alıp başını dikleştirdi.

-Teşekkür ederim Sarp Bey. Buna gerçekten çok minnettar kalırım.
-Ne demek.. Sizinle duracak akrabanız, arkadaşınız bulunamadı mı daha?
-Kendimi bir bitki gibi hissetmeye başladım ben de.. Nedense yalnız birisiymişim gibi gelmiyordu ama.. Neyse, evde bir fikir edinebilirim her halde.
- Kesinlikle.. Çıkalım mı artık?
-Olur.

Evinin kapısında ayrıldı ondan. Doğrusu içeri davet etmesi gerekir diye korkmuştu biraz. Yabancı birisinin evine birisini davet etmek gibi gelmişti. Neyse ki anlayışlı adam ayrılmıştı bir şeye ihtiyaç olursa aramasını söyleyerek..

Kapıyı açıp içeri girdiğinde sanki bir anda her şeyi hatırlayabileceğini umut ediyordu ama evdeki eşyalar kendisine bir şey ifade etmedi.Zaten çok uzun süredir kalmıyormuşum diye düşündü. Eşyaların eskiliğine bakılırsa onlar da benden çok eve ait gibi duruyorlar.

Odaları hızlıca dolaştı. Hayatı ile ilgili bir ipucu elde etmek için bakındı.

Alt katta bir oda ve mutfak vardı. Üst katta da üç küçük oda ve banyo. Evde kitaplık, müzik cdleri falan bulunmaması garip geldi. Hele ki bir edebiyat öğretmeni ise. Sadece odalardan birisinde sözlükler, imlâ kılavuzu, edebiyat dergileri olan bir masaya rastlamasa, yoktan var olduğuna karar verecekti. Masanın üzerindeki dergileri karıştırdı, içlerinde kendisine ait bir şeyler bulurum umuduyla sayfaların arasına baktı. Çekmecelerde okunmuş sınav kâğıtları dışında hiçbir şey göremeyince inanamadı. Kimisini çıkartıp arkalarına bakmaya bile çalıştı..

Yeniden aşağı indi. Ne pencerenin önündeki harika sediri, ne camdan giren güneş ışığında parlayan çiçeklerin rengini görüyordu. Televizyonun olduğu dolabın raflarında bir şey var mı diye aradı. Bir kaç biblo ve bir dizi ansiklopedi dışında boş olduğundan işi pek uzun sürmedi. Telefonun olduğu konsolda rehber görünce çok sevindi. Fakat kısa sürede o rehberin de kendisine ait olmadığını hissetti.

Bir saat sonra kapının karşısında, düştüğü merdiven basamaklarında otururken paniğe kapılmamak için son gücünü kullanıyordu. Tamam kızım, bilgisayar oyunundasın, can hakların bitti oyunun başına atıldın.. Sakin ol, sakin ol...

Kapı çalındığında ne zamandır orada oturduğunu bilmiyordu.Yavaşça kalkıp kapıyı açtı..

...................

Lerzan, hayatım, kapını kilitlememelisin bence. Zaten burada hiç kapatmayız ki biz. Hem ne olur ne olmaz, hastaneden yeni döndün, tek başınasın. Bak hayatını açık kapı kurtardı bir kere..

Tanımadığı yüze bakıp kimsiniz demesine fırsat bulamadan elindeki tencereyle birlikte mutfağa doğru ilerledi kadın.

-Hastaneye de geldim ama ziyaret saati değilmiş. Bir daha da fırsat bulamadım. Oğlanları bilirsin. Sana sevdiğin çorbadan pişirdim. Biraz da pilavla salata var. Aç mısın? Sıcak bunlar hemen otur ye istersen.

Karşı taraftaki sessizliği nihayet fark eden kadın dönüp ona baktı.

- Ah, ne kadar aptalım. Ben Mine, yan komşun. Birbirimize kahve içmeye uğrarız arada. Yani ben sana uğruyorum daha çok evden kaçmak için.
-Beni tanıyor musunuz? Yani özel hayatım hakkında bir şeyler biliyor musunuz?
-Çok değil. Bir tek eski eşin olduğunu biliyorum. Taner miydi. Ben yanındayken aramıştı da oradan aklımda kalmış. Sanırım yeni boşandınız. Akraban var mı bilmiyorum. Evine kimsenin geldiğini görmedim.

Bu arada sofrayı hazırlayıp yemekleri koymuştu. Mutfaktaki rahat hareketlerinden oraya yabancı olmadığı belliydi.

-Bu eşyalar benim değil her halde?
-Yok, Saniye Teyze eşyalı kiraladı sana. Eşinden ayrılınca tayin istemişsin. Eşyalar onda kaldı herhalde.
-Her halde öyle olmuş.
-Haydi gel otur. Tıpkı filmlerdeki gibi oldu valla. Ama orada hep hafızaları geri gelir.
-Umarım.
-Bak ne diyeceğim. Yarın seninle dışarı çıkarız. Etrafı öğretirim sana yeniden, okulu falan görürsün. Zaten küçücük bir yer ya, hemen öğrenilir merak etme.
-Çok iyi olur teşekkür ederim. Yemek için de ayrıca teşekkür ederim.
-Aaa, ne demek, şimdi gideyim ben. Yollara düşecek oğlanlar birazdan. Yarın görüşürüz.

Yediği yemek ve öğrendiği bir iki şey biraz daha iyi hissetmesini sağlamıştı. Hani değişik bir şehirde otele gidersin de ilk gece bir sıkıntı çöker yüreğine gezmeye bile gitmiş olsan diye geçirdi aklından. Ama bir iki güne kalmaz alışır, benimsersin orayı. Bu en zor gece, yarın daha iyi olacak.

Otel odalarında çok mu kaldım acaba diye düşündü hemen akabinde. Beyin nasıl bir işleyişe sahipti ki bazı şeyler tamamıyla kaybolurken bazıları sabit durabiliyordu. Umarım kendimi de kaybetmemişimdir diye mırıldandı. Beni ben yapan şeyleri unutmuş olmam benim ben olmamı engeller mi ki?

Bir anda çok yorgun hissetti kendisini. Eşini, eski eşinin aramak için numarası telefonunda var mı diye bakmak bile zor geldi. Uyusa, bu her şeyin yabancısı olduğu dünyadan biraz uzaklaşsa iyi gelecekmiş gibi hemen yatağa gitmek istedi..

Bu gece en zor gece, yarın daha iyi olacak diye tekrarlayarak çıktı merdivenleri...

...................

Sabah pencereden giren gün ışığıyla uyandı. Kuşlar onun ruh haline aldırış etmeden cıvıldıyorlardı.

-Tamam Lerzan, mızıldanıp durmanın bir alemi yok. Derin bir nefes al ve kalk yataktan. Hem bugün yeni bir yer keşfedeceksin. Hem zaten şu sıralar senin için her yer yeni bir yer gibi olacak. Heyecanlan falan işte. Senin yaşındaki bir kadın için bulunmaz bir fırsat.

Aynanın karşısına geçip uzun uzun yüzünü inceledi. Elli yaşında olduğu pek de belli olmuyor gibiydi. Belki de şaşkın ve meraklı bakan gözlerim yüzündendir diye düşündü.

Dolabını açtı, kıyafetleri arasından ne giyeceğini seçmeye çalıştı. Etekler, gömlekler, fularlar.. Pek şık bir hanımmışım anlaşılan diye mırıldandı. Kendisine rahat bir pantolon ve bulüz seçti. Saçlarını atkuyruğu yapıp kahvaltıya inerken biraz daha iyi hissediyordu.

Mine ve sonu gelmez konuşmaları eşliğinde geçen bir günün sonunda içinde yaşadığı kasaba ve insanlar hakkında geniş bir bilgi sahibi olmuştu. Bakkal, kasap, kırtasiye, market. Kendisine hiçbir şey ifade etmemişlerdi ama ilk defa geldiğin bir yer olduğunu düşün diyerek moralini düzgün tutmaya çalışmıştı. Kendisine selâm veren ve konuşan herkesle de tanışmıştı yeniden.

Akşam ev döndüğünde kapısının önünde duran kediyi sevdi uzun uzun.. Kafasını kaldırdığında kendisine şaşkınlıkla bakan Sarp'la karşılaştı.

-Merhaba.
-Merhaba Lerzan Hanım, iyi gördüm sizi bugün.
-Yorgunum biraz ama toparlanmaya çalışıyorum. Bu sizin kediniz miydi?
-Evet, Zıpır. Bahçenizde kedi otu falan mı var anlamadım ki ,sürekli bu tarafa atıyor kendisini, kusura bakmayın lütfen.
-Önemli değil , anlaştık biz onunla.
-Evet şaşkınlıkla görüyorum.
-Şaşkınlıkla?
-Eeee, bu ziyaretlerden daha önce pek memnun olduğunuzu söyleyemeyeceğim.
-Gerçekten mi?

Elinin altındaki sevimli tekir kediye baktı inanamayarak.
-Ama bu çok şeker bir şey.
-Bunu duyduğuma çok sevindim doğrusu, rahatladım biraz.
-Kedi sevmiyormuşum demek. Allah Allah. Kedilerle ilgili kötü bir anım falan mı vardı acaba. Ben onu unutunca..
-Çok mantıklı geldi söylediğiniz. Öyle olmalı.
-Neyse, ben artık gidip biraz dinlenmeliyim. Çok yorucu bir gün oldu.
-Tabi, tabi.. Zıpır, gel buraya bakayım. İyi akşamlar.
-İyi akşamlar.

...................

Eve girdikten sonra cep telefonunda bulduğu eşinin numarasını çevirdi bir kez daha. Sabah da aramıştı ama cevaplamamıştı kimse. Uzun çalmalar sonunda bir bayan açtı.

-Siren AŞ buyurun.
-Alo, iyi akşamlar. Taner Bey ile görüşmek isterdim.

İçinden umarım hangi Taner Bey olduğunu sormaz diye dua ederek bekledi.

-Taner Bey şu anda burada değil. Bir yazı dizisi hazırlamak için Afrika'ya gitti. Dört beş aydan önce de dönmeyecek.
-Kendisine ulaşabileceğim bir numara yok mu acaba? Ben Lerzan, eski eşiyim, onunla konuşmam gerekiyor.
-Lerzan Hanım, biz ona ulaşmıyoruz, o bizimle iletişim kuruyor. O da çok gerekli olursa. Ancak kendisi ararsa notunuzu iletebilirim ama zaman konusunda söyleyebileceğim bir şey yok.
-Bu devirde iletişim kuramamak mümkün mü hâlâ?
-Kendi tercihi, hazırlayacağı yazı için tamamıyla gittiği yerle bütünleşir biliyorsunuz.

Keşke bilseydim diye düşündü çaresizce.

-Peki.. Eğer haber alırsanız, beni aramasını söyler misiniz lütfen, çok önemli.
-Tabi, notumu aldım.
-Teşekkürler.
-İyi akşamlar efendim.

Bir duvar daha diye söylendi. Nereye dönse bir duvar beliriyordu sanki önünde.

-Sanki geçmişimi tamamıyla kaybetmem için düzen kurulmuş bana. Afrika ha! Bir tane normal bir şey yok muymuş benim hayatımda!

Sabah uyandığında kendisini koltukta buldu. Gece televizyonun karşısında, başkalarınınkini izleyerek hayatını unutmaya çalışmış, sonunda orada uyuyakalmıştı.

Saat henüz yediye geliyor, günün ilk ışıkları yükseliyordu. Evden çıkıp sahilde yürümek istedi birden. Zayıf ve sağlıklı halinden yürüyüş yapan bir insan olduğu sonucuna varmıştı zaten. Gerçi dolapta eşofman ararken geçirdiği uzun süre sonunda bu konuda şüpheleri oluştuysa da sonunda bir şeyler bulup dışarı çıktı.

Günün ilk saatlerinin huzuru ve ümidi sinmişti etrafa. Kuşların cıvıltıları insanın yüreğine yaşama sevinci vermek içindi sanki. Havada toprak ve sabah kokusu..Ve ona karışan bahar..

Dallardaki ışık oyunlarını seyrederek yavaş adımlarla deniz tarafına doğru yöneldi. On beş dakika sonra sahildeki kayalara oturmuş dalgaları izliyordu. Büyülenmişçesine kaldı orada bir süre..

-Lerzan Hanım, siz misiniz? Günaydın.

...................

Başını kaldırdığında eşofmanlarıyla sabah yürüyüşünü yapan bir adamla karşılaştı.

-Günaydın. Kusura bakmayın...
-Yok yok.. Ben okuldan, matematik öğretmeni Metin. Geçmiş olsun, başınıza geleni duyduk, çok üzüldük.
-Teşekkür ederim. Hayatta ne olacağı hiç belli olmuyor işte.
-Haklısınız. Yürüyüşe mi çıktınız? Beraber yürüyelim isterseniz.
-Ah, sizi yavaşlatmayayım, henüz yeni geldim.
-Yok,yok ben de son bir yavaş tur atacağım zaten. Sonrasında okula gitmem gerek malum.
-Tamam o zaman. Yürüyüş yapar mıydım onu da bilmiyorum ya, sabah iyi fikir gibi geldi.
-Doğrusu size burada hiç rastlamadım .
-Deniz ve sahil o kadar güzel ki gelmemiş olmam ilginç.
-Belki farklı saatlerde gelmiş, karşılaşmamışızdır.
-Belki.
-Zaten havalar da yeni yeni ısınıyor. Okula gelecek misiniz?
-Bir uğramayı düşünüyorum. Bugün ya da yarın. Hem eşyalarımı alayım hem de raporumu teslim edeyim.
-Doktorlar ne diyorlar?
-Fiziksel olarak sağlıklı olduğumu ama çok can sıkıcı bir durum.Kaybolmuş gibiyim.
- Çok eski bir filmden bir replik geldi aklıma şimdi. "Bazen kendini bulman için kaybetmen gerekir " diyordu. Kim bilir, belki de bir şanstır bu.
-Güzel bir sözmüş. Şans mı değil mi bilemiyorum şu anda, zaman gösterecek bakalım..

Filmlerden söz ederek geçen kısa bir yürüyüşün ardından evine onu bırakan adam okula geldiğinizde size izlenmesi gereken filmler listesi vereyim, kısa sürede bu eksiğinizi kapatmalıyız diyerek ayrıldı.

Onun ardından bakarken izlenmesi gereken filmler, okunması gereken kitaplar, dinlenmesi gereken müzikler, oldukça uzun bir listeye ihtiyacım var benim diye düşündü.. Yine de içeri girerken yürüyüşün verdiği bir ferahlık vardı içinde..

Eve girdikten on- on beş dakika sonra elinde fırından çıkmış çıtır simitlerle Mine geldi.

-Günaydın.. Simit, domates, peynir getirdim. Çay demleyip, kahvaltı yaparız diye düşündüm..
-İyi düşünmüşsünüz. Simit kokusu karnımı acıktırdı şimdiden.
-Bu sabah yürüyüşe çıkarken gördüm seni. Ne iyi yapmışsın. Metin Bey miydi yanındaki?

İçinden, gözünden de hiçbir şey kaçmıyor diye geçirirken cevapladı.

-Evet, sahilde karşılaştık. İyi bir beye benziyor.
-İyidir.. Öğrencileri de çok severler onu.
-Beni de sever miydi acaba öğrencilerim?
-Seviyordur tabi. Yeni geldiğinden pek tanımıyor olabilirler de.
-Nedense sevilmiyor olabilirim gibi bir hisse kapıldım.
-Yok canım, nereden çıkarttın onu. Çay demlendi , sofra da hazır. Haydi gel.
-Sanırım alış verişe çıkmam gerekiyor. Sizin getirdiklerinizle yaşıyorum geldiğimden beri.
- Bugün pazarı var buranın gitmek ister misin diyecektim ben de. Yılın bu zamanında tam bir ot şenliği olur.
-Otları bildiğimden emin değilim
-Gösteririm ben sana.

Sürekli konuşan, dedikoduya meyilli bu kadından başka zaman olsa kaçacak delik arardım her halde ama şu anda çok iyi geliyor diye geçirdi aklından. Tabi kim bilir etrafa da benimle ilgili neler anlatıyordur. Zavallıcık, çok zor durumda, hiç kimsesi de yok dediğini duyar gibi oldu bir an. Omuzunu silkti. Öyleyim de gerçekten, ne yapalım...

-Fakat önce bankaya gitmem gerekiyor. Neyim var neyim yok öğrenmeliyim.
-Tabi tabi, maaşın da yatmıştır zaten.
-Öyledir evet.

...................

Bir kaç saat sonra cüzdanında bulduğu yegâne banka kartının peşinden o bankaya gitmişti. Atm den para çekmek için giriş yaptığında gördüğü bakiye umduğunun o kadar ötesindeydi ki şubeye giderek bilgi almak istedi. Neyse ki Mine onunla gelmek yerine yan taraftaki ayakkabı mağazasına girmişti. Tek başına olmak daha iyiydi.

-Merhaba
-Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim?
-Hesabımla ilgili bilgi almak istiyordum. Beni tanıyan birisi olursa daha da yardımcı olabilir sanıyorum.
-Bakalım sizinle ilgili işlemleri kim yapıyormuş Lerzan Hanım.
...
Hale Hanım, üst katta , sağdaki ilk oda.
-Teşekkür ederim.

Odaya gittiğinde Hale Hanım'ın kendisini şahsen de tanıdığını görerek mutlu oldu.

-Lerzan Hanım, merhaba. Bir sorun yoktur umarım.
-Hayır hayır. Daha doğrusu hem evet hem hayır.

Başına gelenleri ona anlattıktan sonra hesabıyla ilgili dökümleri istedi.

-Burada ilk hesap açtırdığınızda yatırdığınız para kafanızı karıştırdı sanırım.
-Yüklüce bir meblağ.
-Evet.
-Nereden geldiğini biliyor musunuz?
-Üzgünüm. Nakit olarak yatırdınız, konusu geçmedi nereden geldiğiyle ilgili.
-Hay Allah. Peki, teşekkür ederim. Neyse, en azından geçim derdine düşmeme gerek yok henüz.
-Umarım kısa sürede iyileşirsiniz.
-Teşekkür ederim. İyi günler.

Akşam alışverişten dönerken Sarp Bey'in bahçesinden yükselen duman ve kokuları fark etti. O da kendisini görmüştü.

-İyi akşamlar Lerzan Hanım.
-İyi akşamlar.
-Bu akşam biraz mangal keyfi yapmak istedim. Buyurmaz mıydınız?
-Teşekkür ederim, rahatsızlık vermeyeyim.
-Ne rahatsizlığı canım. Havayı güzel bulunca bahçenin tadını çıkartayım dedim. Lütfen buyurun, tek başına olmuyor zaten.
- Doğrusu karnım da acıkmış. Elimdekileri bırakıp geleyim.

Eve gidip aldıklarını yerleştirdi. Daha doğrusu bütün torbaları boş buzdolabının içine çabucak koydu. Üzerini değiştirmeyi düşündü ama vazgeçti. Elini yüzünü yıkayıp çıktı.
  

...................

- Ne iyi oldu geldiğiniz Lerzan Hanım. Bu bahçeyi ilk gördüğümden beri mangal hayalindeydim. Sizin gibi hoş bir hanımın gelmesiyle de hayallerimin ötesine geçmiş oldum doğrusu.

Sözlerinden hoşlanıp hoşlanmadığından emin olamadan gülümsedi Lerzan.

-Teşekkür ederim.
-Nasılsınız? Sizin tarafta sürekli bir hareket var sanki.
-Her şeyi yeniden öğrenmek gerekince öyle oldu sanırım.
-Herhangi bir gelişme var mı?
-Hafızamda yok. Elimdeki ip uçlarıyla hayatımı keşfetmeye çalışıyorum. Fakat bulduklarım pek yabancı geliyor.
-Peki ya uyurken, rüyalarınızda falan?
-Efendim? Rüyalar mı?
- Evet, hani bilinç altına açılan kapı deniliyor ya.
-Doğrusu pek dikkat etmedim.
-Hiç görmemiş olamazsınız.
-Düşününce şimdi fark ettim rüyalarım da sadece yeni öğrendiklerimden ibaret sanırım. Tanıştığım kişiler, gördüğüm yerler.
-Sıkıntılı mı huzurlu mu?
-Nereden geldi aklınıza bu konu?
-Ah, yıllarca psikologluk yapmış birisinin bitmek tükenmek bilmeyen sorularıyla sıkmadım sizi umarım.
-Psikolog ha?
-Emrinize amade.
-Teşekkür ederim ama hipnoz falan yapıp kayıp kısımlar ortaya çıkartmadığınız sürece şimdilik psikologla bir işim olduğunu sanmıyorum. Ona anlatacak hikâyem bile yok.
-Ah, anlatacak hikâye her zaman vardır.
-Sizinkisi ne peki?
-Hımm ustaca bir manevra oldu bu. Şarap istemediğinize emin misiniz?
-Tadına baktım ama pek hoşuma gitmedi, teşekkür ederim. Su alırım sadece.
-Tabağınızı uzatın, yeni pişenlerden vereyim.
-Bak onu alırım. Hep böyle yer miydim diye merak etmiyor değilim. İştahım pek açık.

Derken gülmeye başladı

-Ha ha ha, meğer vejeteryan falan mışım, çok komik olurdu değil mi?
-Bakın o gerçekten komik olurdu.
-Neyse yine kendimi araştırmaya başlamadan sizin hikâyenize gelelim.
-Çok uzun bir hikâye değil aslına bakarsanız. Son beş yıla kadar kendisini işine adamış müzmin bir bekârken hayatımın kadınıyla karşılaştım. Zeki, çekici ve harika bir kadındı. Başından zorlu bir evlilik geçmiş. Eşi tanınmış ve başarılı bir iş adamı. Ona aşık, evinden işine işinden evine giden birisi. İdeal eş ama kıskançlıklarıyla senelerce onu yemiş bitirmiş. Hayatında kendisinden başka hiçbir şey olsun istemiyormuş. İşi, arkadaşları, hatta akrabaları, hobileri.. Çok mu detaylı anlatıyorum, sıkılmıyorsunuz umarım?
-Hayır hayır. Akşam sofralarına uzun hikâyeler yakışır. Devam edin lütfen.
- Neyse, işte yirmi beş seneden sonra bu hanım nihayet bu sevginin sevgi olmadığını anlamış. Benimle tanıştığında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyordu.
- Yoksa onun psikoloğu muydunuz?
- Hayır hayır. Ama sanırım ilerleyen zamanlarda öyle olmaya çalıştım. İsteyerek değil ama bir şekilde insan sıyrılamıyor kimliğinden. O da yıllarca sorulara cevap vermekten bıktığından olsa gerek gitgide uzaklaştı benden.
-Yazık olmuş.
-Yazık oldu. Sonunda emekli olup daha önce hiç görmediğim bu küçük yere gelerek her şeyi geride bırakmaya karar verdim.
-Düzeltmeye çalışmadınız mı aranızı?
-Çalıştım ama ne vardı biliyor musunuz?
-Ne?
-O , hayatı boyunca kıskançlıktan çekmişti. Ve ben de eski eşi onunla bu kadar vakit geçirdiği için kıskanıyordum. Ondan bir oğlu olduğu için kıskanıyordum. Bu nedenle hâlâ hayatımızda olmasını da. Belli belirsiz, kendimin bile fark etmediği bir şekilde ama...
-Ama o bunu hemen anladı herhalde.
-Evet.
-Biliyor musunuz, şu halimle bile tek başıma olmayı kıskanç birisiyle olmaya tercih ederim.
-Sizi sevse ,sizinle ilgilense bile mi?
-Öyle olsa bile. Kaldı ki sevmek karşındakini bu kadar kısıtlayıp ancak belli şartlar altında gerçekleşiyorsa pek de sağlıklı bir sevgi değil o..

Gece yatağında uzanırken acaba benim eşim de kıskanç mıydı diye düşündü. Sarp Bey hikâyesini anlatırken hissettiği mutsuzluk ve isyanın sebebi bu muydu ki?

...................

O gece uykusundan sıkıntıyla uyandığında komşusuna söylendi Lerzan.

-Bir tek rüyalarımı kafama takmadığım kalmıştı, hah, tam oldu! Haydi bakalım Sarp Bey, Veysel Bey ile karşılıklı satranç oynarken, sizi görüp yanınıza geldiğim , sonra da psikolojim ve fizyolojimle ilgili aralıksız sorularınızı cevaplamaya çalışırken kan ter içinde kaldığım bu rüyadan ne çıkartacaksınız acaba ? Off !

Diyerek mutfağa su içmeye indi. Gece gece uyku sersemi, şuralarda yeniden düşüp sağımı solumu kırmasam bari diye geçirdi aklından. Yukarıya bir su şişesi alsam iyi olur derken tuhaf bir şeyi fark ederek durdu. Mutfak masasına oturup düşündü biraz.

-Merdivenlerden aşağı düşerken hafızamı kaybedecek kadar hızlı başımı çarpıyorum ama hiçbir yerimde şişlik, kırık, morluk falan yok. Başımda bile!

Bu düşüncelere dalmış suyunu yudumlarken perdesini çekmeyi unuttuğu camda kendisine bakmakta olan bir çift gözü gördüğünde çığlık attı birden. Neden sonra onun Zıpır olduğunu anladığında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Titreyen elleri normale dönerken hava da aydınlanmıştı yavaştan.

Biraz temiz havaya ihtiyacım var diyerek dışarı çıkmaya karar verdi.

Metin Bey onu gördüğünde bir gün öncesine göre daha yorgun ve mutsuz bir halde denize bakıyordu. Uykusuzluk ve soru işaretleri yaşam enerjisini çekmişti sanki. Kendisini buraya getimişti ama geri dönüş yolu o kadar büyümüştü ki gözünde.

-Günaydın Lerzan Hanım, iyisiniz değil mi?
- Ah, günaydın? Sanırım tansiyonum düştü biraz, uyuyamadım dün gece de...
- Gelin size yardım edeyim. Tutun elimi.
-Teşekkür ederim..

Derken gözlerine yine yaşlar doldu. Boğulur gibi hissederken iyi gelmişti bu yaşlar, bu sefer engellemeye çalışmadı.

- Bakın ne diyeceğim. Bu sabah yürüyüşü boş verelim. İlerde minik bir çay bahçesi var, çok severim orada kahvaltı etmeyi. Sanırım şu anda çok iyi gelecek size. Oradan da evinize gidip dinlenirsiniz biraz. Ya da eve götürebilirim hemen tabi.

Eve yalnız gitme fikri bir an ürpermesine sebep oldu Lerzan'ın. Gözyaşlarının arasında güçlükle konuşarak

- Kahvaltıya gitmek iyi fikir gibi geldi Metin Bey. Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum doğrusu. Bu sabah....

Devamını getiremedi.

- Haydi koluma girin , çok uzakta değil. Sabahları taze kaymakla bal geliyor. Tadına doyum olmaz. Bütün sıkıntıları gidermeye birebir.

Sessiz bir kahvaltının ardından taze demli çaylarını içerlerken

- Gerçekten kahvaltı çok iyi geldi. Sizinle yan yana olmak da çok huzurlu Metin Bey. Gece garip bir şeyi fark ettim. Sonra da uyku tutmadı. Sanırım uykusuzluk güçsüz bırakınca kendimi daha da kötü hissettim.
- Sormamın mahzuru yoksa ne fark ettiniz?
-Bilmiyorum. Belki de saçma gelecek ama .. Merdivenden düşüp hafızasını kaybeden biri için çok sağlıklı olduğumu ... Yani ne bir morarma, ne zedelenme ne acı. Nasıl bir düşmedir bu?
- Düşmediyseniz ne olabilir peki?
- Hiçbir fikrim yok. Hırsızlık falan desem, neyim var neyim yok bilmediğimden anlamam mümkün değil. Sonra hırsız benim hafızama ne yapacak. Şok mu geçirdim? Bir manası yok bunların..
-Bakın ne diyeceğim. Şimdi sizi evinize bırakayım, iyi bir uyku çekin. Öğleden sonra da gelip hastaneye götüreyim, doktorunuzla bir konuşup bu konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışalım.
-Ama sizin işiniz..
-Yok, yok, bugün boş günüm. Merak etmeyin. Herhangi bir plânım yoktu zaten. Haydi gelin, şu aradan sizin eve kısa bir yol var.

...................

Kahvaltı ve bir kaç saatlik uyku sonrası Metin Bey'le birlikte hastaneden içeri girerken kendisini daha iyi hissediyordu.

-Merhaba, Doktor Veysel ile görüşmek istiyordum, randevum yok ama.
-Bir bakayım, bugün çok dolu gözüküyor..
-Lerzan Hanım, siz misiniz?

Yine hangi tanımadığım birisiyle karşılaşacağım acaba diye başını çevirdiğinde Çiğdem Hemşire'yi gördü.

-Merhaba Çiğdem Hanım.
-Veysel Bey'i mi görmeye geldiniz?
-Evet ama bugün müsait değilmiş herhalde.
-Gelin sizi yukarı alayım, araya sıkıştırırız. İyi misiniz? Sorun yok değil mi?
-Hayır hayır, aklıma takılan sorular vardı da kontrole biraz erken geldim.
- Madem geldiniz,bu arada tansiyonunuzu falan kontrol edelim. Siz burada bekleyebilirsiniz beyefendi.
-Tamam.
-Eşiniz mi?
-İş yerinden bir arkadaşım. Çok yardımcı oldu bugün bana.
-Akrabalarınızı falan bulamadınız mı?
-Şimdilik ulaşamadığım eşim dışında kimse yok gözüküyor.
-Hay Allah.
-Çiğdem Hanım , ben geldiğim gece burada mıydınız?
-Evet.
-Vücudumda yara bere falan var mıydı? Şu anda olmaması garip geldi de.
-Aslında o sırada bilinciniz yerinde olmadığından tamamıyla ona odaklanmıştık ama bir düşüneyim. Hava çok soğuktu, sizin de üzerinizde kat kat kıyafet ve pofuduk bir kaban vardı.Çıkartmak için bayağı uğraştığımızı hatırlıyorum. Vücudunuzu o korumuş olabilir.

-Lerzan Hanım, hoş geldiniz..
-Merhaba Veysel Bey. Çok yoğunmuşsunuz ama size bir iki şey sormak istemiştim.
-Tabi tabi tabi.. Hemşire Ha.. Çiğdem Hanım lütfen hanımefendiyi odama alın, hemen geliyorum.
-Tansiyonunuz normal, diğer tetkikler için haftaya geleceksiniz zaten. Gelin odaya geçelim. Arkadaşınız da gelecek mi?

Metin Bey'le göz göze gelen Lerzan onun huzurlu sessizliğiyle yanında olmasını istediğini hissetti.

-İsterseniz geleyim sizinle.
-Teşekkür ederim,siz oturun, kendim halledeyim bu işi de.

O sırada kapıdan giren Veysel Bey sordu:

-Kim geliyor sizinle?
- Kimse. Arkadaşım Metin Bey sordu sadece. Metin Bey doktorum Veysel Bey'le tanıştırayım.

İçeri girerken

-Arkadaşınız olduğunu bilmiyordum Lerzan Hanım, hastaneye geldiğini görmedik gibi..
-İş yerimden. Çok yakın değildik sanırım ama

Devam edecekken gereksiz konuştuğunu fark edip sustu.

-Neyse, ben siz bir şey sormak istiyordum.
-Ağrınız mı var? Hatırladığınız bir şeyler? Tansiyonunuzu hemşire hanım ölçtü değil mi?

İçinden dün geceki rüyam mı gerçekleşiyor ne, diye düşünerek soru yağmurunun bitmesini sessizce bekledi. En sonunda karşısındaki adam da sustu.

-Bitti mi?
-Ha ha ha Lerzan Hanım, sizden korkulur. İnsan doktoruna da bu kadar kötü davranmaz ki canım.
-Doktor da hastasını önce dinlese bir çok iyi olacak ama

dedi gülümseyerek Lerzan.

-Peki, tamam, affedersiniz, buyurun..

Sorusunu sormasının ardından, doktor bir müddet duraklayarak düşündü.

-Eeee. Doğru söylüyorsunuz, ancak, merdivenden yuvarlanmakla ilgili kısım Sarp Bey'in sizin eve girdiğinde gördüklerinden çıkarttığı sonuç. Hafıza kaybına uğramak için bir yere çok sert çarpmanız gerekli değil.Çok daha hafif darbelerle, hatta darbesiz, sadece yaşanan şokla bile olabilecek bir şey. Yanı belki de o sırada gördüğünüz ya da duyduğunuz bir şey sizi şoka soktu. Ya da bir nedenle tansiyonunuz falan oynadı bayılıp düştünüz. Zaten her durumda ilk günlerde size verdiğimiz ilaçlarla ağrı sızı hissedemezdiniz.
-Peki düşmem için fizyolojik bir sebep gördünüz mü?
-Neler olduğunu bilmediğimiz için her şeyi tetkik ettik geldiğinizde. Ancak anlık bir şey gerçekleştiyse yakalanamamış olabilir. Bu sebeple takip altında tutuluyorsunuz zaten. Haftaya yeniden durumu inceleyeceğiz.
- Merdivenden düşmediysem..
-Düşmediniz demiyorum bakın. Hatırladığım kadarıyla çok kalın kıyafetleriniz vardı. Siz de kilolu değilsiniz, hafif atlatmış olabilirsiniz. Zaten başka ne olmuş olabilir ki?
-Bilmiyorum. Sadece garip gelince sormak istedim.
-İyi yaptınız tabi. Bence içinizi rahat tutun, ortada garip bir şey yok.
-Tamam , teşekkür ederim.
-Lerzan Hanım, arkadaşlarınız konusunda dikkatli olun yalnız. Durumunuzdan faydalanmaya çalışmasın kimse.
-Zekâmı kaybetmedim bence Veysel Bey, sadece hafızam..
-Deneyimlerinizden öğrendikleriniz sıfırlandığında geriye kalanlar yeterli olmayabilir.
-Ateşi tutmaya çalışıp camların içinden geçmedim henüz, merak etmeyin siz.
-Sizi kızdırmak istememiştim, haftaya görüşmek üzere diyorum.
-Görüşmek üzere

diyerek ayrılırken uzun bir süre görüşmesek ne güzel olurdu aslında diye düşünmekteydi..

...................

Çıkışta Metin Bey'e doktorun anormal bir şey bulmadığını kısaca anlattıktan sonra otoparka doğru yürürken bahçede, bir ağacın altında tek başına oturmuş bir kız çocuğu gördüler.Yüzünde ciddi bir ifadeyle kimseye bakmadan orada duruyordu.

-Bu çocuk burada tek başına, kaybolmuş falan olmasın ?
-Yok, sanmam, bu bahçede hastaneye bağlı küçük bir kimsesizler yurdu var, oradandır ihtimal.
-Yaaa, çok ilginç. Hastaneye bağlı ha?
-Evet biz de çok şaşırmıştık. Hatta hukuksal sorunlarla da bayağı uğraştılar ama..

Bakışları kıza takılan kadının artık kendisini dinlemediğini görünce sustu..Lerzan'ın kendi kaybolmuşluğu bu küçük çocuğunkini hissetmesine neden olmuştu sanki. O umursamaz bakışların ardındaki fırtınalar, kaskatı duruşun ardındaki kırılganlık. Tutunacak bir dalı yokmuş da sırtını bu ağaca vermiş gibi.

-Lerzan Hanım?
-Ah, affedersiniz, her şeyden çok etkilenir oldum bugünlerde.
-Eskiden de etkileniyordunuz belki.
-Nedense bana hiç öyle gelmiyor. Sizce?
-Daha önce hiç bu kadar muhabbet etmedik, insanlara çok yakın durmuyordunuz ama sonuçta geleli fazla da olmadı. Biliyor musunuz , tuhaf ama, bu çocuk gibiydiniz sanki.
-Tuhaf gerçekten..

Eve döndüğünde kapının önünde biraz oturmak istedi ama kimseyle konuşmak zorunda kalmak da gelmiyordu içinden. Biraz yürüyüşe çıksa kim olduğunu bilmediği birileriyle karşılaşıp konuşmak zorunda kalabilirdi.Evin duvarları üzerine üzerine geliyor gibiydi ama içeri girdi yine de. Manasızca etrafına bakınırken yaptığı pazar alış verişini hatırladı. Mutfağa girip onları yıkayıp yerleştirmeye başladı. Semizotunu yemek mi salata mı yapsam sorusunun aklına gelmesi onu mutlu etti biraz. Sulu sıcak yemek canı çektiğinden soğan doğramaya başladı.

-En azından gözyaşlarımı saklamak zorunda değilim. Hoş pek sakladığım da söylenemez ya neyse. Her önüme gelene ağlıyorum.

O akşam unuttuklarını bir müddet bırakmaya karar verdi. Komplo teorileri üretmeden yaptığı işe dikkatini yöneltip düşüncelerini günlük basit şeylerle sınırlı tutmak için uğraştı.

Batmakta olan güneşin son ışıklarının vurduğu bahçesine açılan pencerenin önündeki sedirde çayını içerken hayatındaki üç erkeği karşılaştırırken buldu kendisini.

Veysel Bey babacan görünüyordu. Ama bunun yanında otorite ve kontrol altına alma isteği vardı hafiften. İşi gereği öyle olması gerekiyordur belki de diye düşündü. Nedense kendisi de ona karşı kolayca savunmaya geçmeye başlıyordu, kızdırıyordu bu tavırlar onu.

Sarp Bey nazik ve ince düşünceliydi. Belki de fazla düşünmekteydi hep. Bir güvensizlik hissediyordu ona karşı yine de. Sanki söylediğim her söz bir gün aleyhime kullanılabilirmiş gibi. Ne bileyim.. Aslında en ketum olması gereken kişi de mesleği gereği o ama diye mırıldandı..

Metin Bey'in yanında huzur buluyordu. Onunla ilgili hemen hiçbir şey bilmiyordu aslında. Tanışmış oldukları iki gün boyunca kendi başına gelenler dışında çok bir şeyden bahsetmemişlerdi. Çok konuşmuyordu zaten ama konuştuğunda karşısındakine iyi geliyordu dedikleri.

-Evet on beş günlük şanlı tarihinle ilgili harika fikirlerini aldık artık bir bardak çay daha içebilirsin. Bu kendi kendine konuşma işini de çok ilerlettin, sokakta falan da yapmaya başlama sakın.

Bir gece öncesinin uykusuzluğuyla erkenden yatmaya karar verdi. Bu akşamı gayet iyi atlattın diyerek kendisini kutladı merdivenlerden çıkarken.

...................

Ertesi sabah güzel bir uykunun ardından erkenden uyandığında yürüyüşe çıkmamaya karar verdi. Bu sabah Metin Bey'i rahat bırakayım diye düşündü. Zaten öğleden sonra okula gitmeyi plânlıyordu, her yerden de bu kadın çıkıyor görüntüsü yaratmak istemedi. Aslında okul binasına tek başına gitmek ona çok ürkütücü geliyor, bir tarafı, sabah yürüyüşte ona rastlasa kesinlikle giderken kendisini yalnız bırakmayacağını düşünüyordu. Anam beni sana kattı modundan çık Lerzan diye söylendi. Kimse seni yemeyecek.

Büyüklerden değildi korkusu, öğrenciler tedirgin ediyordu. Zayıf ve kırılgan halini hemen anlayıp onu rahatsız duruma sokacakları gibi bir his vardı içinde.

Mutfağa geçip kahvaltı hazırlamaya başlarken Mine'yi aradı. Bir gün önce hiç karşılaşmamışlardı, inanılmazdı ama merak etmişti onu.

-Mine Hanım, ben Lerzan. Günaydın. Çocukları okula gönderdikten sonra gelin de birlikte kahvaltı edelim isterseniz diyecektim. Evet, evet, sıcak ekmek iyi olur. Çayı demliyorum şimdi ben de.

Yarım saat sonra kapısı çalınmıştı.

-Hoş geldiniz, girsenize.
-Hoş buldum. Nasılsın, iyi misin?
-İyiyim, sağ olun.
-Dün hiç arayamadım, küçük oğlumun ateşi vardı biraz, evde kaldı. Neyse bu sabah toparlandı, daha fazla ders kaçırmasın diye yolladım okula. Malum birinci sınıf, dersleri yakalamak zor oluyor sonra.
-Geçmiş olsun. Zor zamanları ha? Birinci sınıftayken oğlumla oturup ders yapmalarım hiç bitmez.......

Bir anda kalakaldı..

-Benim bir oğlum var ! Aman Allahım, benim bir oğlum var! Ama nerede? Kaç yaşında?
-Dur, dur, gel otur şöyle. Sana bir bardak su vereyim.
- Bir anlık gözümün önüne geldi. Yüzü falan değil de masanın üzerine eğilmiş yazı yazmaya çalışan hali. Ama kaçtı hemen. Hani uyanırsın da az önce gördüğün rüya uçar ya bir anda aklından..

Titreyen ellerle suyu aldı, bir kaç yudum içti.

-Bunca zaman beni hiç aramadığına göre, yoksa..
-Aklına kötü bir şey getirme, başka türlüsü de olabilir.
-Ama nasıl.. Nasıl hiçbir yerde fotoğrafı falan olmaz. Bir iz.. Kapının önüne çıkalım, nefes alamıyorum burada sanki.
-Tabi,haydi gel.. Gir koluma sen benim.

Bahçe merdivenlerine oturdular. Öylece kalakaldı Lerzan. Ne konuşuyor ne kıpırdıyordu. Daha da kötüsü ağlamıyordu bu sefer.

- Mantıklı bir açıklaması vardır diyorum bak, yıpratma kendini böyle..

Sarp Bey evinden çıktığında onları gördü.

-Günaydın, bir sorun mu var?
-Lerzan bir şeyler hatırlar gibi oldu da.. Sonra biraz fenalaştı.

Hemen yanlarına gitti.

-Lerzan Hanım. Lerzan Hanım, bana bakar mısınız? Ne hatırladınız? Bana anlatabilir misiniz?
-Sanırım...
-Efendim, anlayamadım.. Lerzan Hanım...
-Sanır..
-Aaa, bayıldı diye bağırdı Mine..
-Durun, yere doğru yatıralım önce. Siz de hastaneyi arar mısınız?
-Tabi, hemen.. Hay Allah, hay Allah..

...................

Gözlerini açtığında kendisini yine hastane yatağında buldu Lerzan. Başucunda Mine kendisine bakıyor, biraz ilerde iki kişi konuşuyordu.

-Sizce de bu durum uzun sürmedi mi Veysel Bey, bir şeyler yapılsa olmaz mı? Böyle durup bekleyecek misiniz?
-Yapılabilecek her şey yapılıyor, fiziksel bir sorun görülmüyor, her şey yolunda.
-Her şey yolunda mı? Çok yıpratıcı bir durumda ama , bayılmak da pek iyiye işaret değil.
- Sizi temin ederim kontrol altında , bir anlık fenalaşma yaşamış.
- Oğlunu hatırladığını söylemiş.
- Enteresan.. 

- Doktor Bey, uyandı galiba..
- Ah, Lerzan Hanım, korkuttunuz bizi..
- Üzgünüm. 
- Neler oldu, anlatabilir misiniz?
- ..
- Lerzan Hanım, anlatabilir misiniz?
- Bir anlık bir hatıra gözümde canlandı ..Ama uçup gitti hemen..
- Oğlunuz olduğunu düşünmüşsünüz.
- Evet.Ama, varlığına dair hiç emare yok..Çok....
- Tamam..Bakın ne diyeceğim. Haftasonu sizi burada tutalım. Zaten kontrole gelecektiniz. Dediğiniz konuda da araştırma yapalım bu arada. Akrabalarınızdan kimler vardı?
- Eski eşim ama ona da ulaşamıyorum.
- Bir daha deneyelim. Şimdi sizi bırakalım, dinlenin. 
-Lerzan, çocukların dönme vakitleri geldi, ben de gitmeliyim, sonra uğrarım yine.

Lerzan bir şey demeden başını sallayarak gözlerini kapattı yeniden. Diğerleri sessizce çıktılar odadan.

Haftasonu boyunca hastane hemen hiç konuşmadan dışarıyı seyretti. Sanki bütün yaşam enerjisi çekilmişti. Bir yanı belki de gördüğü bir film sahnesini ya da okuldaki bir öğrenciyi hatırladığını söylüyor ama içindeki üzüntü hiç geçmiyordu. Eğer bir oğlu vardıysa bile şimdi yoktu ihtimal. Bu da ne sonucu olursa olsun çok acı bir şeydi. Hatırlamadığı çocuğunun üzüntüsünü çekmek de başka bir gariplikti hayatında.

Pazar akşamı Metin Bey geldi odasına. Diğerlerine yaptığı gibi uyuyor numarası yapamadı ona.

- Lerzan Hanım, kaç sabahtır yürüyüşe gelmeyince sizi merak ettim ama canınız istememiştir belki diye rahatsız etmeyeyim dedim. Bugün öğrendim hastanede olduğunuzu. Şok yaşadığınızı söylediler..Konuşmak istemiyorsunuz sanırım. Ben de aynı şekilde hissederdim...

Bir müddet sessizlikten sonra devam etti..

-Biliyor musunuz sizin gibi hafızamı kaybetmiş olmayı çok diledim yıllarca. İlk öğretmenlik yıllarımda sınıf öğretmeni olarak Karadeniz'deki küçük bir köye atamışlardı beni. Yeni evliydim, eşimle birlikte gittik. Yeşiller içinde çok güzel bir yerdi. Bizim gibi batıdan gidenler için çok değişikti gerçi, köy dedikleri yerde çay bahçelerinin , ağaçların arasında kaybolmuş evler birbirinden o kadar kopuktu ki doğada tek başına gibiydik. Yine de herkes birinden haberdardı tabi. Eşim zorlu bir hamilelik geçiriyordu. Doğuma az kalmıştı, heyecanla bekliyorduk. O günlerde bir yağmur başladı, günlerce sürdü. Derler taştı, köprüler kullanılmaz hale geldi ve biz doğuma anında o evde mahsur kaldık. Köydeki bir ebe evimize ulaştı ama bebeğin  kordonu boynuna dolanmış, anne çok kan kaybetmiş. Bir gecede her şeyim gitti elimden. İşte o zaman hafızamı kaybetmiş olmayı çok diledim.. Şimdi size bakarken iyi ki dileğim gerçekleşmemiş diyorum sanırım. Hâlâ çok acı veriyor onları düşünmek ama ..

Günlerdir kaskatı duran Lerzan nihayet ağlamaya başladı..

-Ama en azından biliyorsunuz.. Ben bilmiyorum.. Şu anda bir çikolata reklâmında gördüğüm bir sahneye bile ağlıyor olabilirim.

Metin Bey onun elini tuttu, hiçbir şey söylemeden öylece durdular bir müddet daha. Veysel Bey odaya girdiğinde onları bu şekilde buldu.

- Oo, uyanmışsınız Lerzan Hanım, misafiriniz iyi gelmiş size.
- Evet .
-Yarın sabah tetkik...

Yerine yavaş yavaş gelen enerjisiyle onun lâfını kesti.

-Veysel Bey gücenmeyin ama bana pek bir faydanız dokunduğunu söyleyemeyeceğim bu aşamada. Anladığım kadarıyla fiziksel bir şeyim yok. Dünden beri sürekli değişik aletlere girip çıkıyorum zaten. Evime gtmek istiyorum.
- Yarınki....
-Bu akşam gitmek istiyorum Veysel Bey. Metin Bey beni bırakabilir misiniz sizden rica etsem.
-Tabi tabi..

Veysel Bey Metin Bey'e sinirli bir şekilde döndü.

-Beyefendi Lerzan Hanım duygusal olarak çok etkilenmiş durumda ama sizin benden yana olmanızı beklerdim doğrusu.
- Üç gündür burada yatıyormuş sanırım, tetkiklerinizi yapmışsınız. Gerek olursa yeniden getiririz ama şu anda evine gitmesi iyi olabilir gibi geliyor.

Her ikisine bakan Veysel Bey başını sallayıp "İyi bakalım" dedi.

-On gün sonra tekrar kontrole geleceksiniz. Ve arada baş ağrısı, bayılma veya başka bir rahatsızlık olursa.
-Tabii ki geleceğim, merak etmeyin.
-Tamam o zaman. Çıkış işlemlerinizin yapılmasını söyleyeceğim.

...................

-İçeri girmez misiniz Metin Bey, çay demleyeyim , içelim.
- Gelirim ama çayı ben demleyeyim izninizle, siz de oturup dinlenin.
- O kadar çok oturdum ki ayağa kalkmak daha iyi gelecek sanırım.
-Aslında doğru söylüyorsunuz, hareket halinde olmak iyidir diye düşünürüm her zaman.

Çayın yanına çıkarttıkları kahvaltılıklarla sofra hazırladılar birlikte. Masaya oturduklarında gerçekten de hareket halinde olmak yatıp durmaktan iyi geliyor diye düşündü Lerzan.

- Hatırladığınız şeyin ne olduğunu bilemesek de en azından hatırlamaya başladığınızı işaret ediyor bence . Bu da çok güzel. Belki bir film sahnesiydi,  belki de bir öğrencinizdi . Oğlunuz olsa, ne olursa olsun yanınızda bir hatırası olurdu. Yokmuş gibi yapamazdınız..
- Sanırım haklısınız. İnsan çocuğunu hayatından silip atamaz değil mi?

Metin Bey çantasını açıp içinden minik bir çift patik çıkarttı . El örgüsü, sarı renkli, hiç kullanılmamış...

Gözleri yaşlarla doldu ikisinin de..

Kapı çaldığında sessizce çaylarını içiyorlardı.

- Lerzan Hanım, ışığınızı görünce bir bakayım dedim.
- Merhaba Sarp Bey, hastane havası iyice hasta yaptı beni, Metin Bey sağ olsun evime getirdi. Biz de çay içiyorduk, buyurmaz mısınız?
- Rahatsız etmeyeyim.
-Ne münasebet canım, buyrun.
- Kendinize geldiğinize çok sevindim, korkuttunuz bizi.
- Teşekkürler. Siz tanışıyor muydunuz? Metin Bey Sarp Bey.
- Memnun oldum.
-Metin Bey okuldan öğretmen arkadaşım, Sarp Bey kapı komşum.
- Metin Bey Lerzan Hanım'a iyi geliyorsunuz sanırım. Benim psikoloji bilgim pek işe yaramıyor üzerinde ama siz kendisine gelmesini sağlamışsınız.

Lerzan şaşkınlıkla ona baktı, hani bilmese kendisini kıskanan eski bir sevgili diyebilirdi ona. Sonra mesleki olarak bozulduğunu anladı.

- Benimle bir ilgisi olduğunu sanmıyorum Sarp Bey, zamanlama meselesi aslında. Lerzan Hanım'ın kendisini toparlamaya başladığı bir âna denk gelmişimdir.
- O da olabilir tabi.
- Psikolog psikolojinizi bozmayın lütfen Sarp Bey, önemli olan şu anda daha iyi hissetmem değil mi

Diyerek gülümsedi kadın. Çay servisi yapmak için mutfağa geçtiğinde hâlâ gülümsüyordu. Komik bir şekilde hoşuna gitmişti iki adamın halleri.

Birer çay daha içtikten sonra ikisi de kalktılar.

- Teşekkür ederim ikinize de.
- Ne demek .
- Ne zaman ihtiyacınız olsa söyleyin yeter.
- Metin Bey, sabah okula gelmek istiyorum, eğer siz de gidecekseniz.
- Gideceğim, sabah dokuz gibi size uğrayayım , yürüyerek gideriz.
-Çok güzel olur, teşekkür ederim.

İki adam bahçe kapısının önünde selamlaşarak ayrıldılar. Lerzan da evine girdi. Hiç alt katı toparlamadan doğru yatak odasına çıktı, hazır ruh hali iyiyken hemen uyuyabilmek istiyordu...

...................

Güzel bir uykuyla geçen gecenin ardından, sabah hem mutfağını toplayıp hem de hızlı bir kahvaltı yapan Lerzan Metin Bey'in gelmesiyle dışarı çıktı. Pek uzakta olmayan okula yavaş yavaş yürüdüler.

Ders saati olduğundan kalabalıklara karışmadan öğretmen odasına çıkmaları rahatlattı onu. Odada da fazla kimse yoktu.

- Lerzan Hanım, sizi görmek ne güzel.
- Teşekkür ederim.
- Çiğdem Hanım da edebiyat öğretmeni Lerzan Hanım.
- Ah, affedersiniz, aklıma gelmedi kendimi tanıtmak. Size göstermek istediğim bir şey vardı da, aklım ona takılı olunca.
-Önemli değil, göstermek istediğiniz şey neydi?
- Sizin sınıflarınızdan birisini ben aldım. En son dil anlatım sınavlarında beni eleştiren bir yazı yazmalarını isterim hep. Bu sefer daha çok sizinle vakit geçirdiklerinden sizi eleştirmelerini istedim.. Bunları okumak belki işinize yarar diye düşündüm.
- Gerçekten de bu çok iyi olur, en merak ettiğim konulardan biri nasıl bir öğretmen olduğum.
- Hemen getireyim size.

- Bu arada biz de dolabınıza da bakalım mı ?
- Evet çok iyi olur Metin Bey. Hangisi benim dolabım?
- Şuradaki. Anahtarınız var mı yedek anahtarı mı arayalım?
- Çantamda bu vardı, sanırım oranın anahtarı.
-Evet, o olmalı. Siz buyrun, ben de Emine Hanım'ı bulayım, çay ve simit var mıymış.
-Teşekkür ederim.

Heyecanla dolabını açan kadın orada ne bulacağını da bilmiyordu aslında. Koskocaman evde bir şey yokken bu dolaptan ümitlenmenin manası ne diyerek söylendi kendi kendisine.

İlk gözüne çarpan bir laptop oldu. Neden dolabında bırakmıştı ki onu, tuhaf. Öğrencilerin yazılıları, ödevleri dışında başka bir şey bulamadı. Bir de kahve kupası. O kadar.

Dünya üzerinde hiç iz bırakmamaya çalışan birisi varsa o da benmişim diye mırıldandı.

Diğerleri geldiklerinde laptopu dolaptan çıkartıyordu.

- Bunu neden burada bırakmışım ki acaba?

O sırada çay ve simitle içeri giren Emine Hanım cevapladı bu soruyu.

- Ben de size sorduydum aynı soruyu , evimde internet yok dediydiniz. Boşuna taşıyıp durmanıza gerek yokmuş, zaten bilgisayarlara çok da düşkün değilmişiniz,
-Öyle miymiş? Sağ olasın Emine Hanım.
- Sen sağ olasın . Nasılsın, iyi oldun mu?
- Olmaya çalışıyorum.
- Geçer, geçer, her şey geçer..

O çıktıktan sonra çaylarını içip simitleri atıştırdılar sessizce. O arada teneffüs zilinin çalmasıyla oda dolmaya başladı. Lerzan sürekli gülümsemeye çalışarak hepsinin sorularına cevap verdi. Odadan dışarı kendisini atmamak için zor tuttu. Sonunda ders zili yeniden çaldığında kalabalık azaldığında ter içinde kaldığını fark etti.

- Haydi şu laptopu açalım şimdi Lerzan Hanım, internete bağlanmanız gerekirse evinizde yapamazsınız.
-Evet, haklısınız. Açalım. Gerçi bunun içinde de pek özel bir şey olmayacağına eminim.
-Belli olmaz.

Bir saat sonra belli olmuştu. Gerçekten de içinde pek bir şey yoktu.

-İnsan bir fotoğraf bile mi yüklemez, nasıl bir kişiymişim ben böyle.
-Aaa, facebook hesabınıza baktık mı? Twitter falan.
-Hayır, bakmadık.
-Sık kullanılanlara girelim, neler varmış.
- Orada da bir şey bulamazsak hükümet ajanı falan olduğumdan şüpheleneceğim artık, herkesten gizli yaşamak zorundaydım her halde.
-Durun bakalım.

Neyse sık kullanılanlar boş değildi.

Okul not sistemi, yine okul sitesi, gazetelerin yanı sıra inanılmazdı ama twitter ve facebook hesapları da bulunuyordu.

- Ben kalkayım, siz tek başınıza bakın Lerzan Hanım.
-Teşekkür ederim, çok ince düşüncelisiniz.

...................

Facebook hesabına baktı büyük bir heyecanla. Şaşırttı gördükleri. Bu kadar aktif kullandığını düşünmemişti. Elli atmış kadar kitap yazısı vardı. Yüz kadar da takipçisi. Sınıflarındaki öğrencileriydi ihtimal onlar. Bir iki tane yazısını okudu. Her kitabı bitirdiğinde birisine vardiğini fark etti. Onlar da birbirlerine veriyorlardı hatta.

- Bir şeyler bulabildiniz mi, gülümsüyorsunuz Lerzan Hanım.
- Evde neden hiç kitabım olmadığını buldum Metin Bey ve bu beni nasıl mutlu etti anlatamam.
- Aa, okulun kütüphanesi siz geldiğinizden beri zenginleşiyor Lerzan Hanım, sizden görüp ben de öyle yapmaya başladım , okuduğumu çocuklarla paylaşıyorum.
- Nasıl rahatladım anlatamam Çiğdem Hanım, eve gidip de hiç kitap göremediğimde öğretmenliğimin çok kötü olduğunu düşünmüştüm, hangi edebiyat öğretmeninin hiç kitabı olmaz ki demiştim kendi kendime.
- Siz bu yazılanları da okuyun, bakın bakalım hangi öğretmenin olmazmış.
-Teşekkür ederim, okuyacağım tüm kâğıtları.

Biraz daha baktıktan sonra kapattı bilgisayarı .

-Bu hesaplarda özel hayatımla ilgili pek bir şey yok . Yalnızca okul ve takip ettiğim köşe yazarları . Ketum bir insanmışım her halde. Ya da yalnız.
- Yine de bugün ilerleme sağladınız değil mi?
- Evet, sanırım öyle. Neyse, ben yeni bir teneffüs zili çalmadan eşyalarımı alıp gideyim en iyisi. Sizin dersiniz vardır Metin Bey, hiç rahatsız olmayın.
- İsterseniz ben akşama uğrayıp size bırakayım bunları, ağır gelmesin. Siz dizüstü bilgisayarınızı alın yalnızca.
-Size sürekli zahmet veriyorum.
- Ne demek.
- O zaman akşam uğradığınızda yemek benden, tamam mı .
-Tamam, olur.

Oradan ayrılan Lerzan, ağır ağır yürüyerek evine doğru giderken çarşıya uğramaya karar verdi. Etraf cıvıl cıvıldı. Bir hediyelik eşya dükkânında etrafına bakarken karşısındaki turistle anlaşmaya çalışan tezgâhtarı gördü.

- Sevil Ablaa, ama ben anlamıyorum ki fransızca, o da ingilizce bilmiyor.

Dikkatle dinleyince adamın dediklerini gayet rahat anladığını fark etti. Yanına gidip konuşmaya başladı.

-Bu elindeki buzdolabı manyetlerinden onbeş tane almak istiyormuş, var mı diye soruyor.
- Bakim. Var var, hemen getiriyorum. Teşekkür ederim.
- Rica ederim.

Bak sen şu işe, hiç zorlanmadan fransızca konuşabiliyormuşum. Daha ne sürprizlerin var bana bakalım Lerzan Hanım diye aklından geçirdi oradan ayrılırken.

Alış verişini tamamlayıp evine giderken Mine gördü onu.

- Lerzan, seni görmek ne güzel. Nasılsın? Dün gece gördüm ışığını ama uğrayamadım.
- İyiyim. Hastaneden kurtulduğum için mutluyum bile denilebilir.
- O gün beni çok korkuttun. Neyse, toparlanmışsın, bu iyi.
- İyi yanından bakmaya çalışıyorum. O gün hatırladığım neydi bilmiyorum ama sonuçta bir şeyler hatırlamaya başlamış olabilirim diye umutlanıyorum.
- Doğru diyorsun.
- Neyse gideyim ben artık. Sabah okula gittim, üzerine de alış veriş, yoruldum biraz.
-Tabi tabi, tutmayayım ben seni. Görüşürüz.

...................

- Görüşürüz.
Akşam mutfakta yemek yerken yeni keşfini anlattı Metin Bey'e.

- Fransızca biliyormuşum. Hem de gayet akıcı olarak konuşabildim. Sanırım ingilizce de biliyorum.
- Ooo, edebiyat öğretmeni olunca nedense başka dil bileceğinizi düşünemezdim.
- Ben de. Ama kendiliğinden geldi. Yemek hazırlarken yabancı şarkılar çalan bir kanal açtım radyoda, iki dili de rahatlıkla anlıyorum. Sanki yurt dışında yaşamışım gibi.
- Yaşamış mısınız, biliyor musunuz?
- Paris Günlüğüm, Ben Londra'dayken gibi bloglarım yok ama bilemiyorum artık.

Gülümsediler.

-İçimden bir ses her şey yoluna girecek diyor Lerzan Hanım. Bence hatırlamaya başlayacaksınız.
-Umarım.
-Şunu da söylemeliyim ki yemek konusunda hiçbir şey unutmamışsınız, yemek çok lezzetliydi.
-Basit bir şeylerdi ama daha karışığını da yapabilirmişim gibi gelmiyor zaten. Bazen kafamda oluşturduğum kendimle ilgili fikirlerimin hepsi yanlış olabilir mi diye düşünüyorum. Malum, kişiliğimizle ilgili sarsılmaz dediğimiz şeylerin temelinde beyin kimyamız olduğu söyleniyor ya. Şu anki beyin kimyamla duygu ve düşüncelerim tamamıyla değişmiş olabilir mi acaba?
- Şu anki beyin kimyanız bence o kadar güzel ki değiştiyse bile fena olmuş diyemeyeceğim. Keşke sizi daha önceden tanıyor olsaydım, sorularınıza verebilecek cevabım olurdu o zaman.
- Bence daha önce arkadaş olmamamız bile benim eski beyin kimyamın farklı olduğuna bir delil olabilir.
-Bence kimyanızı bilmem ama zekânız ve olayları değerlendirişiniz hayranlık uyandırıcı.

Sofrayı birlikte toplayıp bulaşıkları kaldırdıktan sonra Metin Bey izin isteyerek ayrıldı. Onu yolcu ettikten sonra bahçedeki şezlonga oturarak yıldızları izlerken aklındaki bin bir düşünceden uzaklaşarak sadece gecenin keyfini çıkartmaya çalıştı. Su geçirmez bölmelerde yaşamak lâzım demiyor muydu Carnegie.

Sadece şu an. Havadaki bahar kokusu, gökyüzündeki yıldızlar, ağaç yapraklarının rüzgârla şarkısı... Elimizde başka hiçbir şey yok ki aslında diye mırıldandı..

...................

Sadece şu an. Havadaki bahar kokusu, gökyüzündeki yıldızlar, ağaç yapraklarının rüzgârla şarkısı... Elimizde başka hiçbir şey yok ki aslında diye mırıldandı..
İlkbahar yüzünü yavaş yavaşa yaza dönmüş günler uzamış, havalar ısınmış küçük beldeye gelen gidenlerin sayısı artmıştı.

Lerzan kendince bir düzen kurmuştu artık. Sabahları erkenden Metin Bey'le yürüyüşe çıkıyordu. Bazen onunla bazen Mine'yle kahvaltı ediyordu.

Bol bol kitap okuyor, film izliyordu. Kitapları daha önce okuyup da hakkında yazı yazdıklarından seçiyordu. Geçmişle arasında bir köprü kurar umuduydu bunu yapmasının nedeni ama şimdiye kadar pek bir faydası olmamıştı.

Okudukça onları hatırlıyordu hatırlamasına da kendisini hatırlamasına pek yardımcı olmuyordu bu.

Sarp Bey uğruyordu ara ara. Daha çok kedisi uğruyordu gerçi. Bahçenin güneşli bir yerinde şezlonguna uzandığında o da kucağına zıplayıp keyif yapıyordu hemen.

Hastaneye bir daha gitmemişti. Bir şey yaptıkları yoktu zaten. Gerçi raporu bittiğinden uğraması gerekiyordu artık.


Koskoca boşluk olduğu yerde duruyordu. Kıyısına köşesine bulaşmadan yaşamaya çalışıyordu kendisi de. Boğulmadan, aklını yitirmeden...

Eli kedinin kafasında gülümsedi, hahaha aklımı kaybetmeden ha, çok komiğim diye düşündü.

Ahmet koşarak bahçeye girip kendisine seslendi.

- Lerzan Teyze Lerzan Teyze Serap Teyze dedi ki öğleden sonra gemi yanaşacakmış dükkana yardıma gelebilir mi dedi..

Mine'nin küçük oğluna gülümseyerek baktı Lerzan. Koşmaktan ter içinde, gözler önemli bir iş yapıyor olmanın ciddiyetinde.

- Gel Ahmet gel.. Otur azıcık nefeslen bakalım.
- Tamam.
- Limonata ister misin.

Ahmet limonatasını bitirene kadar hazırlanan Lerzan onunla birlikte çıktı evden. Serap Hanım çarşıdaki hediyelik eşya dükkânının sahibiydi. Bir çok yabancı dil bildiğini keşfedince arada ona yardım etmeye başlamıştı. İtalyanca ve Almanca bildiğini de anlamıştı çünkü zaman içinde.

Bir de son günlerde başlayan baş ağrıları olmasaydı..

...................

- Veysel Bey?  Hayırdır inşallah, buyurun.
- Merhaba Lerzan Hanım, siz hastaneye gelmeyince uğrayıp bir bakayım dedim. Müsait misiniz,  rahatsız etmedim değil mi?
- Hayır etmediniz. Buyrun kapıda kalmayın lütfen. Eve servis olduğunu bilmiyordum bak, şaşırdım doğrusu.
- Hastalarımızı önemsiyoruz.  Özellikle kontrole gelmeyenleri.
- Ülkenin sağlık sistemi bayağı gelişmiş desenize. Oturun oturun. Çay ister misiniz?
- Yok, ben hiç çay içmem.  Neskafe alabilirim varsa eğer.
- Hemen yapayım.

Mutfakta neskafe yaparken adamın salonda dolaşan ayak seslerini duyuyordu.

- Şeker ister misiniz?

Elindeki kitaptan başını kaldırıp ona bakan Veysel Bey başını sallayarak hayır dedi biraz düşünceli bir biçimde.

-  Bu kitapları hatırlamıyor musunuz?
- Okuduktan sonra ya da okurken hatırlıyorum ama ondan önce değil.
-İlginç. Genelde bu gibi şeyler unutulmaz.
-İlahi Veysel Bey ben hayatımı kaybetmişim baştan sona, siz kitaba ilginç diyorsunuz.

Doktor ona sıkıntılı bir tavırla gülümsedi.

- Aslında bir de şu var, okuduğum kitaplarla ilgili daha önceki yorumlarım bana çok uymuyor. Harika dediğim o kadar da etkilemiyor beni, çocuk işi bulduklarımdan hoşuma gidenler oluyor. Ama kedileri bile sevdiğime göre artık. Çok da şaşırmamak lâzım değil mi?
- Kedileri mi seviyorsunuz?
- Eh tabi kedi sevmekte bir tuhaflık yok da Sarp Bey daha önce korktuğumu söyledi.
-Demek korkmanızın bir nedeni varmış. Neden unutulunca.
- Ben de öyle düşündüm.

Karşılıklı oturup içeceklerini yudumlarken içi sıkıldı biraz Lerzan'ın. Adamın etrafı incelemesi, kendisine bakışı. Bazen Sarp'la da aynı hisse kapılıyordu ama bu çok daha fazlaydı. Sanki bakışlarıyla beynini okumaya çalışıyor gibiydi adam. Doktor da olsa sıkıcıydı bu durum.

- Kendinizi nasıl hissediyorsunuz.
- Efendim?
-Sağlığınız diyorum. Baş ağrısı, tansiyon yükselmesi falan var mı?
- Baş ağrısı var arada ama.
-Nasıl bir baş ağrısı?Ağırlık gibi mi, hareket ettikçe mi, bıçak sokulur gibi mi?
- Bir iki kere bıçak sokulması gibi hissettim ama fazla sürmedi.
-Ve yine de kontrole gelmediniz.
- Gelecektim ama
-Lerzan Hanım bu işin şakası olur mu? Kontrolu elden bırakmamak gerekiyor. Yarın hemen hastaneye gelmelisiniz.
-Pazartesi yapsak onu. Pazar günü gelmemin bir alemi yok herhalde.
-Tamam ama eğer ağrı olursa hiç beklemeden hemen istiyorum sizi. Kaç kere oldu ağrı.
- Geçen hafta içinde üç kere.
-Üç kere ha. Tetikleyen bir şey var mıydı?
- Yorgunluk, uykusuzluk falan gibi mi?Yoktu.
-Tamam, geldiğinizde bakarız yeniden. Ben kalkayım artık. Pazartesi sabahı erkenden bekliyorum.
-Tamam, gelmezsem hastaneyi eve getireceksiniz sanırım.
-Yapabilirim tabi

Diyerek ayağa kalktı adam. Onu geçiren Lerzan odaya geri döndüğünde bir baş ağrısı daha saplandı kafasına. O bir anda Veysel Bey'i kapıdan geçirirken gördü kendisini yeniden. Kapı başka bir kapıydı  ve hızlıca çarpma sesi kulaklarında çınladı. Ya da elinden kayan bardağın yere düşerken çıkarttığı ses miydi o?

...................

Diyerek ayağa kalktı adam. Onu geçiren Lerzan odaya geri döndüğünde bir baş ağrısı daha saplandı kafasına. O bir anda Veysel Bey'i kapıdan geçirirken gördü kendisini yeniden. Kapı başka bir kapıydı  ve hızlıca çarpma sesi kulaklarında çınladı. Ya da elinden kayan bardağın yere düşerken çıkarttığı ses miydi o?
Gece geldiği gibi aniden geçen başağrısının ardından uyku tutmayıp film izleyerek geçince sabah geç uyandı.

Metin Bey kapıyı çaldığında daha yeni kalkıyordu.

-Günaydın Lerzan Hanım erken mi geldim yoksa?
- Hayır hayır ben uyuyakalmışım, lütfen siz buyrun oturun hemen hazırlanıyorum.
-Ben bahçedeyim o zaman. Aceleye gerek yok, siz rahat olun.

Yarım saat sonra arabaya binmiş tepelere doğru gitmeye başlamışlardı. Önce bir yerde kahvaltı yapıp oradan da yürüyüşe çıkıp fotoğraf çekeceklerdi.

-Demek doktorunuz olaya el koydu Lerzan Hanım.
-Ya evet.
-Başağrılarınızdan söz ettiniz mi?
- Söyledim. Hemen hastaneye götürecekti beni neredeyse.
-Ama haklı bu konuda bence de, hiç doğru değil yaptığınız.
-Haklısınız. Ama pek güzel anılarım yok o adamla. Ha ha ha yani hastaneyle. Gitmek istemiyorum hiç.
-Başka bir yere gidelim o zaman.
-Yok yok, hastanenin suçu değil benim ruh halim. Neyse canım daha güzel konulara bakalım biz. Hava tam gezmelik değil mi?
-Evet evet. Bakın dediğim kahvaltı mekânına da geldik. Henüz etraf sakinken rahat rahat oturabiliriz burada.

Lerzan onunla vakit geçirmekten ne kadar hoşlandığını düşündü bir kere daha. Yanında huzur duyduğu tek insandı şu sıralar. Bir de şu boşluk ve soru işaretleri olmasaydı çok mutluydu bu kasabada yaşamaktan aslında. Gelgelelim o kadar çok soru vardı ki.

-Daldınız Lerzan Hanım.
-Kusura bakmayın Metin Bey uykusuzlukta kafa karışıklığım daha belirginleşti sanırım.
-Dönebiliriz isterseniz.
-Hayır hayır sizinle olmak bana çok iyi geliyor.

Sessizce çaylarını içtiler yemyeşil manzaraya bakarak.

Yavaş yavaş kalabalıklaşan masalar sessizliği bozmaya başlayınca oradan ayrılarak yürüyüşe çıktılar. Metin Bey büyük bir fotoğraf makinası getirmişti yanında. Lerzan'ın da küçük bir makinası vardı. Para sıkıntısı çekmediğini anlayınca almıştı kendisine bir tane.

Ağaçların arasından süzülen ışık huzmeleri, daldaki kuşlar, minik çiçekler ne bulsalar mutlulukla fotoğraflıyorlardı.

- A bakın bakın bir kertenkele var burada

Dedi Lerzan heyecanla Metin Bey'e. Onu fotoğraflamaya çalışırken yine ağrı saplandı başına. Durup başını ellerinin arasına aldı.

-Lerzan Hanım...İyi misiniz.. Lerzan Hanım. Oturalım şuraya gelin.
-Geçti merak etmeyin dedi kadın.

Bir ağacın dibine oturup durdular bir müddet.
-Hemen dönüp hastaneye gidelim bence.
-Yok yok geçti bile. Biraz oturalım burada yeter.

Yan yana otururken onun omzuna başını yaslamak dünyanın en doğal şeyi gibi geldi bir an Lerzan'a, yavaşça yasladı başını. İrkilen adam sesini çıkartmadı bir müddet, sonra elini tuttu kadının. Gözyaşlarının sebebini bilmiyordu Lerzan ama akmaları çok iyi gelmişti.

Bir müddet sonra başını kaldırıp
-Bakın şu küçük kertenkelenin yaptığına dedi gülümseyerek.
Gülümsedi adam da ona.


Dünyadan, geçmişten ve gelecekten uzakta gibi ama bir taraftan da dünyanın, geçmişin ve geleceğin tam da ortasında başbaşa bir adamla bir kadın yüreklerindeki yükleri daha rahat kaldırmak için elele tutuşarak öylece durdular. Kıpırdasalar bütün dengeleri kaybolacak gibi hiç ses çıkartmadan, birbirlerinin ellerinin sıcaklığında kaybolarak öylece durdular..

...................

Pazartesi sabahı tam kapıdan çıkarken Sarp Bey'e rastladı.

-Günaydın Lerzan Hanım.
-Günaydın. Hayırdır sabah sabah pek kalkmazsınız siz Sarp Bey.
-Hastaneye gideceğim, bir çekap yaptırayım diyorum.
-Hastaneye mi.
-Evet. Ya siz.
-Ben de öyle.
- A ne güzel tesadüf birlikte gidelim o zaman.
-Hahaha bana tesadüf gibi gelmedi pek ama.
-Nasıl yani..
-Ne bileyim Veysel seni arayıp onu getir..
Derken yüzü acıyla buruştu.
-Lerzan Hanım, iyi misiniz?
- İyiyim iyiyim. Baş ağrısı başladı ara ara vuruyor da.
-Ne sıklıkta?
- Bilmiyorum. Önce haftada bir ikiydi ama şu anda günde bir kaç kere sanki.
-Neyse bir an evvel gidelim de baksınlar size.
-Haklısınız..

Hastaneye gittiklerinde Sarp Bey onu bırakmadı. Kan tahlili sonucunu beklerken Veysel Bey'in odasından gelen tartışma seslerini duyuyorlardı.

-Baba sence de bu iş fazla uzamadı mı? Dediklerinin hepsini yaptım artık sen de biraz beni dinlemelisin.
- Dinleyeyim de fikrim değişmeyecek bence.
-O zaman ona dinlemek demiyoruz zaten.
-Hastalarım geliyor artık bu konuşmaya sonra devam ederiz..
-Zaten seninle konuşabilmek imkânsız..
-Alp, Alp..

Odadan sinirle çıkan Alp Lerzan Hanım'la gözgöze gelince durakladı. Lerzan tam o sırada diğerlerinden çok daha şiddetli bir ağrıyla yere yığılırken çevredeki herkes ona doğru koşturmaya başladı. Alp kadını düşmeden yakalayarak muayenehaneye alırken Sarp Bey böyle olmaması gerek böyle olmaması gerek diye mırıldanarak peşinden gidiyor. Veysel Bey hemşireyi çağırıyor. Bütün bu karmaşanın arasında kafasındaki herşey çorbaya dönen Lerzan yatırıldığı yerden yarı uyur yarı uyanık sayıklıyordu..

- Oğlum gelmiş. Oğlum gelmiş.Oğlum gelmiş. Oğlum gelmiş.

Üç adam şaşkınlıkla birbirlerine baktılar bir anlığına.

-Sarp Bey, Alp çıkın buradan. Lerzan Hanım, beni duyabiliyor musunuz, Lerzan Hanım.

...................

Gecenin ilerleyen saatlerinde hastane odasında yatan Lerzan'ın kolundaki seruma bakmaya gelen hemşire tansiyonu ölçtü.

-Nasılsınız?
-İyiyim.
-Ağrı gelmedi hiç.
-Hayır ağrılarım bitti.
- İyi verdiğimiz serum işe yarıyor demek ki. Veysel Bey sabaha kadar sizden haber almamı istedi. Bu arada Metin Bey de uğradı. Sabaha gelecekmiş yeniden.

Başını salladı Lerzan. Çok yorgundu, uyumak istiyordu sadece.

Hemşire odadan çıkarken gözlerini kapattı.

Bir gökdelenin oldukça yüksek bir katında pencerenin önünde oturuyordu. Arkasından gelen ses yakınmaktaydı.

-Anne haydi babamı anlıyorum da sen bu işe nasıl kalkışıyorsun ona anlam veremiyorum.
-Ben de merak ettim.
-Neyi merak ettin, kimi seçeceğini mi?
- Ne demek istiyorsun, ne alakası var şimdi. Kimseyi seçtiğim yok benim.
-Valla babamın tek alakası o bence.
-Bilimsel bir çalışma bu..
-Anne bu çok riskli bir şey..
-Merak etme sen. Dediklerimi ayarladın mı?


Derken kolunu tutan bir elle uyandı.

-Rüya mı görüyordunuz?
-Evet, sıkıcı bir şeydi.
-Kalp atışlarınız hızlanınca ağrı olabilir mi diye geldim de hemen.
-Yok ağrımıyor başım. Sadece yorgunum.

Uzun gecenin ardından sabah erkenden odaya gelen Veysel Bey'in bakışlarıyla uyandı.

-İyi misin?
-Evet iyiyim.
-Bir müddet daha izlemeliyiz.
-Tamam.
-Ben..
-Şu anda konuşmak istemiyorum.. Akşama çıkabilir miyim.
-Bakalım duruma da. Tahliller yapılsın, sonra sıkı bir kahvaltı getirelim buraya.
-Oldu. Bir şey yiyebileceğimi sanmıyorum şu an gerçi.
-Yemelisin. Serum işe yaradı ama vücudun güçten düştü bayağı.

Bir şey demedi Lerzan. Düşüncelerine gömüldü.

-Dışarıda bekliyor içeri alayım mı?
- Ben.. Bilemiyorum. O nasıl?
-İyi. Kızgın ama iyi..
-Sanırım utanıyorum.
-Utanacak bir şey yok.

Başını salladı kadın.

-Onu unuttum.
-Onu ilk hatırladın...Unutmamana olanak yoktu zaten ama hatırlamaman için neredeyse her şeyi yapmıştık.

Az sonra içeri giren genç adama özlemle baktı Lerzan.

-Korkudan öldürdün beni anne.
- Üzgünüm canım. Gel sarıl bana kocaman.

Metin Bey geldiğinde odanın kapısından manzarayı görünce sessizce geri döndü.

-Senin ağladığını hiç görmemiştim.
- Ah, son zamanlarda çok ağlıyorum sanırım. Ve biliyor musun çok iyi geliyor.
-İyi misin şu anda?
-İyiymişim sanırım. Baban akşama kadar tetkiklere devam edecek. Akşama eve gitmeyi umut ediyorum.Sen dönüyor musun ?
-Evet dönmem gerekiyor artık. Sen ne zaman döneceksin.
- Bilmiyorum. Burada kalabilirim biraz daha.
- Arkadaş edinmişsin galiba.
- Hahaha babanın tek derdi odur eminim. Evet arkadaş edindim ama şimdi bu karmaşa da ona durumu nasıl anlatacağım bilmiyorum.
- Kendine çektiğin videoyu izletirsin.
- Benim hakkımda ne düşünecek kim bilir.
- Lerzan Hanım duygusala mı bağladınız ne.
-Sanırım ben değiştim biraz.  Korkunç bir deneyimdi bu. Ters yüz etti.
- Sana çok riskli olduğunu söylemiştim anneciğim ama.. Neyse benim düşündüğüm risk bir daha hiç dönememendi.
-Dönememiş olabilirim.
-...
- Haydi sen git bakalım, uçağın ne zaman kalkıyor.
-Akşama.. Emanetlerini Sarp Amca'ya bıraktım.
- O nerde sahi.
-Dışarıda.
-Tamam. Sarıl bana gitmeden. Seni çok seviyorum Alp.
-Ben de seni..

...................